19 Ağustos 2010 Perşembe

Tükürdüğümü yalıyorum.. Hımm sucuk yemişim..

Kendi internet sitem olsun hayallerine kaptırdığımdan dolayı kendimi blogla ilgilenmiyordum. Hiç bi kere bile açıp bakmadım hesapta kendi internet sitemi kuracağım ya! Ama bi süre daha ertelemek zoruna kaldım bu hayallerimi bıraktım gelecek baharlara..
Kendi hayatımı idare ettirmeye çalışırken gündelik olayların esiri olmuş gibi hissediyorum kendimi. Baktığım zaman siyasetten nefret etme kat sayım iyice artmış durumda.
Bunun nedenleri de Kemal Kılıçdaroğlu vs Tayyip Erdoğan savaşları.
Bu her iki ismi de yolda görsem korumasız bir şekilde dövmekten hiç geri kalmam. Bir tanesi ülkeyi yeteri kadar soyamadıkları için kendilerine kalkan yapmak istiyor. Yargıyı da kendilerine bağlayıp, iyice özgürlüklerini ilan etmek istiyorlar. Sonra gelsin gemicikler gitsin havuzlu villacıklar.
Ötekisi de Küçük Emrah misali, "Havuzum yok benim, villam yok benim" diyerek ortalıkta dolaşıyor. Tamam belki mazlumdan yanasın, toplumun Robin Hood'u olacaksın ama bu kadar da fakir edebiyatı yapma be Kemal Amca. Gandi dediler diye abartma. Yakalamışlar senin Etro gömleği, Beymen ceketi. Tamam siyasi liderlerin hepsi kaliteli giyinmek zorunda ama ceketle gömleği versen kredi kartı borcum kalmaz be abicim.
Hem sizi seçtik kararı siz verin diye, siz kalkıp bize soruyorusunuz "evet mi hayır mı" diye.
Neyse bu kadar siyaset yeterli...
Beşiktaş'ın transfer gündemi de gün geçtikçe can sıkmaya devam ediyor. Robinho mu Adebayor mu yoksa İspanya'dan başka golcü mü gelecek diye beklemekten Beşiktaşlı taraftarlara yazık oldu.
Ne olursa olsun yapılan transferler Beşiktaş'ı, başkan Yıldırım Demirören'in kucağına oturtacaktır. Sponsor olması beklenen her şirketin Yıldırım Demirören ile bağlantılı olması bence hiç iyi birşey değil. Zaten sponsor ile alınmış olan Delgado'nun performansı hala hafızalarda. Ne değil mi? Sizler de haklısınız akılda kalacak tek bir sezonu olmadı kendisinin.
Cem Şancı Puccaa kavgası da canımı sıkan diğer bir öğe. İki tane yarı ünlü tiplemesinin kavgasını izlerken içim bayıldı. Ama ben Cem Şancı'dan yanayım. Çünkü kendisi Puccaa (her kim ise bu) gibi hakaret etmedi. Onun için Cem abiyi destekliyorduk. Ama bitti Allahtan saçma kavga da sıkıntıya düştük yine..
Sonra başımıza Süper Lig çıktı. Süper Lig öyle bir hale dönüştü ki, televizyon kavgaları artık daha popüler oldu. Ahmet Çakar ft Erman Toroğlu düeti en beklenen şeydi senelerdir. Bu ikiliden ekmek çıkaracağını bilen Serhat Ulueren'i de buradan saygı ile anıyorum. Çünkü reyting garantisi olan iki ismi bir programda buluşturmak büyük iş. Markus Merk'in Lig TV'de yetersiz kalacağını düşünmek hayalcilik olmaz. Yanına Erman Hoca gibi yırtıcı bir forvet lazım.
Neyse ben daha dayanamadım bu satırları yazarken. Uyumak en iyi çözüm.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Gözüne gözlük Kuyt



Acısıyla tatlısıyla, jabulanisiyle, ahtapotuyla, vuvuzelasıyla, hakem hatalarıyla, teknolojik futbolun temellerinin atılmasının sinyalleriyle bir Dünya Kupası daha geride kaldı.
Şampiyon İspanya oldu. Maçı çok izleyemedim. Ama okuduğum kadarıyla, Hollanda bayağı bir sert futbol oynamış. Zaten 15 dakikada da 4 sarı kart çıkması da bunun işareti.
Bu kadar tekmeye, sertliğe rağmen uzatmaların sonlarına doğru kırmızı kart çıkıyor Hollanda'ya.
Belki Iniesta golü atmasa penaltılara taşıyacaklardı. Olmadı.
Şimdi bunları bir kenara bırakalım ve Hollandalı Kuyt'un maç sonundaki açıklamasına dönemlim... Ajansspor.com'daki habere göre, Kuyt, "Hakem daha çok onları tuttu" demiş.
E yuh be bilader.
Aşağıdaki fotoğrafta yaşanan pozisyonun ardından kırmızı kart çıkmadı ya...
Köyt efendi sana bir tavsiye... Bir göz doktoruna git. Ya da olayların sıcağı sıcağına açıklamalar yapma. Ayıptıır yahu! Şu pozisyonun ardından çıkıp "Hakem İspanyollardan yanaydı" demek, akıl karı değil!
Seni Liverpool'da olmana rağmen seviyoruz. Şansını fazla zorlama Köyt'cüğüm. Yoksa seni Ömer Ürünül'e yollarım!
(Sanırım bu tehdit yeter)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Kopar bizi diiceeyyy




Dünya ve Olimpiyat şampiyonu Jamaikalı sprinter Usain Bolt, geçtiğimiz günlerde Diamond League'nin Lozan ayağına katılmış geçen gün...
İsviçre'de bir radyo olan Colours3'ün yaptığı festivalde dj'lik yapmış. Ertesi gün de çıktığı pistte Lozan rekorunu kırdı (eski rekor 9.85'ti), yılın da en iyi derecesine imza attı (9.82 ile).
Yardım yarışında da geçildiği her çocuk için 10 bin dolar ödetmiş sponsor firmaya. Böylesine sevimli bir insan olduğu için Bolt'u ayrıca tebrik etmek lazım. Adı anons edildiğinde bütün tribünlerde bir alkış tufanı kopuyor. Yani İsviçrelileri bile ayağa kaldırdıysa, helal olsun demekten başka bir şey diyemiyoruz.
O sadece rekorların değil, halkın sporcusu.
Aslında bu fotoğrafı daha önce koyacaktım ama yazlığa gidince yalan olduk anlayacağınız :)
Blogla daha sıkı bir şekilde ilgilenmek üzere....

8 Temmuz 2010 Perşembe

Allahsız hakim




Bugün gazetelerde okumuşsunuzdur... Ya da görmeyenler için ben söyleyeyim; Lindsay Lohan alkol probleminden dolayı 90 gün hapis cezası almış.
Üzüldüm.
Böylesine güzel bir kadının hapiste kalmasını istemem.
Tamam yemediği nane kalmamış. Hatta yedikleri naneden bile beter! Ama olsun. Lindsay Lohan gibi güzel bir kadının hapis yatması fikri beni ürkütüyor..
Haberi okuduğumuzda hakimin kendisine acımadığını öğreniyoruz. Lindsay'den kat be kat çirkin, ki Lindsay Lohan'dan çirkin olmak çok zor birşey ama olsun, sevimsiz şirret görünümlü bir kadının acımasız olması bu yazıyı bana yazdıran.
Sırf bir Hollywood yıldızına diş geçirmiş olmak için o çirkin ifadesi ile Lindsay'i hapse yollaması hiç de yakışıklı birşey değil.

Seni kınıyoruz hakim!

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Franck Müller varken Montblanc'i kim ne yapsın

Bugün gazetelerde çıkan haberler üzerine CBAbdullah Gül, resmi twitter hesabından açıklama yaptı...
"Pahalı saatler takmıyorum, takmayı da sevmiyorum" diye...
Şimdi buradan anlıyoruz ki son günlerde fakir edebiyatı yapan Kemal Kılıçdaroğlu'nun yanında bu konuda bir destekçi var. CBA.Gül.

A.Gül, kendisinde olduğu iddia edilen Montblanc marka saatin olmadığını söyledi. Yaklaşık 250 bin TL değerinde saatlerden hoşlanmadığını twitter üzerinden halkıyla paylaşan CB'miz, aslında bir nevi Franck Müller kullanan Tayyip Erdoğan'a da "sinek" misali bir uyarı yaptı; "Saat küçüktür ama değeri büyüktür" gibisinden...
Pahalı saat tutkunlarının en büyük tutkusu olan Franck Müller sahibi Recep Tayyip Erdoğan'ın bundan sonra ne marka kullanacağını çok merak ediyoruz.
Belki de Franck Müller varken, neyleyeyim Montblanc'i der...

30 Haziran 2010 Çarşamba

Kulak




İster milyon dolarların olsun, istersen her ülkede tanınırlığın olsun....
İster ilkokul çocuğu ol, istersen askerde tertip...
Herkesin en az bir kere yaptığı kulağa pıtlatma hareketi vardır. Kimisi çok uyuz olur kimisi çok keyif alır.
Burada gördüğümüz gibi Brezilya'nın ünlü futbolcusu Kaka, takım arkadaşının kulaklarını taciz ediyor.

Sıra Kobe'de mi?



Nike'ın reklamında oynayanların bilindiği gibi üzerinde bir lanet var gidiyor. Spor bloglarında konu ile ilgili detaylı yazılar bol bol mevcut.
Cannavaro, Rooney, Cristiano Ronaldo, Ribery, Evra, Drogba elendiler. Ronaldinho, Walcott kadroda yoklar. Roger Federer Wimbledon'a veda etti...
Geriye LA Lakers'ın yıldızı Kobe Bryant kaldı.
Bakalım "write the future" laneti Biftek'e de bulaşacak mı?
Hep birlikte bekliyoruz.
Dualarımız herhangi bir şey olmaması yolunda!

29 Haziran 2010 Salı

Eğer yazlığınız varsa

Eğer ebebeynleriniz sizin her yaz gideceğiniz bir yer olsun isteğinizi kırmaz ise alınır yazlıklar. Baktığınız zaman gayet mantıklıdır yazlık fikri. Annemizin yaptığı yemekler en kral otellerin mutfağından bile iyi gelir insan bedenine... Tabi anneniz Abiye Kuzu gibi yemek yapmayan birisi değilse!
Eğer uzun senelerdir aynı yazlığa gidiyorsanız, çocukluktan beri birlikte takıldığınız arkadaşlarınız olur. Benim senelerdir böyle arkadaşlarım var. Hatta arkadaş kelimesi bunlar için çok hafif kalır. Dost demek daha doğru olur. Ama önemli olan o dostluğu yazlıkta bırakmamak. Biz bunu başarmış ender insanlardanız.
Eğer çok sayıda insan tanırsanız sıkılmayabilirsiniz. Yazlıkta geçirdiğiniz senelerin ardından arkadaş çapınız obez bir insanın göbeği gibi geniş ise sırtınız yere gelmeyebilir. Bu sayede herkesle birlikte zaman geçirebilirsiniz. Yapacağınız bi' dolu aktivite olabilir.
Eğer çok arkadaşınız varsa gidecek kapınız bol olur. Aile bireylerinizin şehre dönüp sizin yazlık mekanda kalmanız halinde bu bol miktardaki kapılardan birisine gidip yemek yiyebilirsiniz. Beni senelerce kurtarmıştır. Şiddetle tavsiye ederim.
Eğer futboldan azıcık anlıyorsanız kültür fizik hareketlerinden de geri kalmamış olursunuz. Benim gibi çok az anlayan bir insan bile çok rahat bir şekilde maçlarda kendine görev bulabiliyor. Bu sayede nefes açma egzersizleri yapabiliyorsunuz.
Kısacası eğer yazlığınız varsa çok güzel zamanlar geçirebiliyorsunuz...

12



Bir yanda dünyanın en iyi futbolcularından birisi ilan edilmiş bir isim...
Diğer bir yanda Almanya'nın yetiştirdiği forvetlerden birisi. Asla Gerd Müller gibi, Klissman gibi hatırlanacak bir isim değil.. Hatta 2 ay top oynamasa kimse sormaz nerede bu adam diye.
Ama gelin görün ki, her iki isminde ortak bir özelliği var.
Öncelikle bahsettiğimiz isimlere açıklık getirelim... Birisi dünyanın 1 numarası Pele. Diğeri ise Almanya'nın golcüsü Miroslav Klose.
Maradona ile girdiği düellolardan tutun da, attığı gol sayısına kadar hep konuşulmuş bir isim. Klose ise böyle değil. Sessiz, sakin bir şekilde kariyerine devam ediyor.

Gelin görün ki, bu iki isminde Dünya Kupaları tarihinde 12 golü var.
İkisinin de oynadığı dönemler farklı ama Pele gibi bir isimle Klose'nin aynı gol sayısında olması biraz gülünç gelmiyor mu sizlere de ?

14 Haziran 2010 Pazartesi

Rayban out, Prada in




Türk insanın yaratıcılığından korkmamız gerekiyor. Ejdadımız o kadar zekiydi ki, 3 kıtaya aynı anda hükmetmeyi başarmıştı.
Ama gel zaman git zaman elimizde bu kadarcık toprak kaldı. Haliyle kumarda kaybedecek bir konumda olmadığımız için gidenlere insan üzülmüyor değil.
Türklerin yaratıcılığına geri dönersek... Geçtiğimiz gün gazeteye giderken dikkatimi birşey çekti.
Sıcak günlerimizde göz sağlığımız için gerekli olan en önemli şey olan güneş gözlükleridir. Kimse bunu inkar edemez.
İşte Türk insanının kıvrak zekası burada ön plana çıkıyor. Geçen sene çok popüler olan Rayban'ın wayfarer modelinin "çakmalarını" üreten işportacılarımızın modayı yakından takip ettiğini bir kez daha anladım.
Metrobüs duraklarında reklamları olan Prada gözlüklerinin imitasyonları artık işportacıların tezgahlarını süslüyor. İşe o gün geciktiğim için pek dikkatle inceleme şansı bulamadım ama en kısa sürede bununla ilgileneceğim. İşin peşini bırakacağımı sananlar yanılmaktalar.

13 Haziran 2010 Pazar

Diego Armando Soprano!



Dünya Kupası başladı gidiyor... Blogu spor olaylarından korumaya çalıştığımdan sebep pek girmek istemiyorum Güney Afrika hava sahasına...
Ama bu fotoğrafı herkes görmeli. Çünkü hep olan bir şey değil.
Tanrı'nın Eli Diego Armando Maradona Arjantin'in Dünya Kupası'ndaki ilk maçı olan Nijerya karşılaşmasında takım elbise giymişti!
Evet yanlış okumadınız. Gözlerinizde herhangi bir problem yok. Bunun içinde telaşlanmaya gerek yok.
Futbolun asi ismini o haliyle görünce çok şaşırdı herkes.
İtalyan mafyalarına benzemiş... Sahaya önce eşofmanla akredite kartı kullanmadan (beni herkes tanır mantığından olsa gerek) çıkması enteresandı.
Daha sonra eşofmanları çıkarttı ve rivayetlere göre küçük kızı istediği için takım elbiselerini çekti.
İtalyan mafyalarını andıran bir şekilde saha kenarından direktiflerini veriyordu Diego. Bir silahı eksikti.
Aklıma bir dönem severek izlediğim The Sopranos dizisini hatırlattı Tanrı'nın Eli. İyi ki varsın futbolun içinde...

8 Haziran 2010 Salı

Taksim'deki göstericiler

Bu hafta sonunu uzun zamandır gitmediğim Taksim'de geçirdim. Nişantaşı trafiğinde kaybolduğumuz dakikalardan sonra bir de Taksim de sürünmek lazımdı bünyeme.
Hiç üşenmedik. Bakırköy'den Taksim'e kadar gittim.
Gezerken birşey dikkatimi çekti.
İlk kez İsrail'in yaptıkları için ilk kez doğru dürüst insanlar miting düzenliyordu. Daha saldırının öğrenildiği ilk birkaç saat içinde insanlar Taksim Meydanı'na gelerek cihat çağrıları yapmıştı.
Daha sonra olanlarda da durum farklı değildi. Çember sakallı, burkalı, kara çarşaflı kadınlar toplanmışlardı. Türkiye'deki çok az bir azınlık olan bu topluluk "tam zamanı" diyerek saldırıya geçmişti. Çekilen fotoğraflara baktığımda bu kişilerin nasıl ve nerede yaşadığı konusunda hiç bir fikrim yoktu. Sanki dolaptan fırlamış gibiydiler. Birileri bu kişileri derin dondurucuya çıkartmış ve gerektiği anda kullanmak için sokağa salmışlardı.
Ama geçtiğimiz cumartesi gördüklerim diğerlerinin yanında Rönesans'ı gerçekleştirmiş gibiydiler. İlk kez kendime daha yakın hissettiğim insanları İsrail'i protesto ederken daha iyi hissettim kendimi. Hatta ben de kısa bir süreliğine de olsa onlara katıldım. Slogan attım.
Kötü bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Sadece ülkede İsrail'i protesto eden insanların çember sakallı erkekler ve çarşaflı kadınlar ordusu olmadığını göstermeye çalıştım.

3 Haziran 2010 Perşembe

Para adamı bozar mı?



İlk çıkışını 50 Cent ile yapmıştı The Game..
Sonralarda izlerken NaS ve Damian Marley'nin efsane "Road to Zion" klibinde görmüştük kendisini.
Filmlerde falan da oynadı. İş yapmaya başladı. Yıllık kazanç olarak 10 milyon dolarlı rakamlara bile geldi. Ama içindeki "gangsta"yı hiç kaybetmedi. Seviyorduk kendisini. Ta ki bu son fotoğrafını görene kadar..
Üzerindeki Polo tişörtü, Louis Vuitton cep telefonu kılıfı...
Olmadı be Jayceon. Nerede o eski hallerin. Görüyoruz twitter'a da koyuyorsun 4 kapılı Porsche'nin fotoğraflarını.
Ah nerede o lowrider kullanan The Game...
We missin' you nigga!

Kahır dolu sezonun habercisi



Beşiktaş'ın son günlerde yaşadıkları çok karmaşık...
Yöneticiler, günlerdir Quaresma'nın peşinde.. Olmadı diye bildirildi resmi siteden..
Son günlerde sağlık problemleri artan Mustafa Denizli ile yollar ayrıldı, ayrılmadı. Tam bir kaos ortamı mevcut.
Bu kaotik ortamın içinde Beşiktaş'ın henüz bir arpa boyu bile ilerlemediğini görüyoruz. Spor kanallarının bir köşesinde duruyor; Beşiktaş'ta gelen oyuncu "yok." Gidenlerin isimleri var sadece...
İnsanlar üzülüyor. Şu ana kadar G.Saray'ın da F.Bahçe'nin de geleni gideni yok. Herkes Dünya Kupası'nı bekliyor. Tek avuntumuz o zaten!
Ama Beşiktaş'ın geçen sezon yaşadığı geç başlamanın verdiği kötülüğü bir kez daha yaşayacak gibi geliyor.
Hoca yok, oyuncu yok, başkan zaten en başından beri yok...
Yanarım, yanarım Beşiktaşlılara yanarım...

Milis Adriano



Dünya Kupası yaklaştıkça, teknik direktörlerin ilginç antrenman ve moral verme tekniklerini görüyoruz..
İngiliz David Beckham'ın Afganistan ziyareti, Cristiano Ronaldo'nun Portekiz Milli Takımı ile birlikte oynadığı paint-ball turnuvasından sonra bir başka ismin daha fotoğrafına ulaşmaya başardı paşa çayı blogu.
Inter'deki alkol sorunu nedeniyle ülkesi Brezilya'ya dönen ve Flamengo'da gol kralı olan Adriano'nun silahlı pozunu bulduk.
Kaynağı Almanya'nın meşhur gazetesi Bild'in resmi internet sitesi. Başı uyuşturucu ile derde giren oyuncular listesinde bulduk.
Elindeki silahlarla besili bir teröriste benziyor.
Bu arada alttaki fotoğraf da Türkçe Wikipedia'dan. Bazı hınzırlar Brezilyalı golcüyü Süper Lig'in yeni takımlarından Kardemir Karabükspor'a transfer etmişler bile :) Ne diyelim vallahi bu Türklerden korkulur :)

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Hitler değil Cartman



İsrail'in yaptığı çirkin saldırıların ardından herkes bir anda Yahudi düşmanı oldu. İnsanlar, Türkiye'deki Musevi vatandaşlarımızdan çıkartmaya kalktı hıncını.
Ben buradan İsrail'in savunmasını yapmıyorum! Bu yazı böyle algılanmasın. Yaptıklarının hiç bir şekilde doğru olduğuna inanmıyorum, kimse de inandıramaz beni hiç bir şekilde.
Ama insanların her türlü sosyal paylaşım ağlarında Almanya'nın bir dönem anasını ağlatmış Adolf Hitler'in fikirlerini yinelemesi çok kötüydü!
Madem birisi gelsin İsrail'in ipini çeksin, Yahudiler'in sonunu getirsin; benim adayım Eric Cartman'dır. South Park'ın şişman ama bir o kadar kafayı sıyırmış yıldızı, bence bu iş için biçilmiş kaftandır.
Hem daha genç, hem daha ilginç fikirlere sahiptir!
Sizin gibi Hitler'i isteyen salaklara da çok layıktır!

30 Mayıs 2010 Pazar

Havacı Er Cristiano



David Beckham'ın Afganistan'daki İngiliz askerlerini ziyaret etmesinden özenen Cristiano Ronaldo da kamuflajlara girmiş.
Ama ikisinin arasında bir fark var. David, maksat moral olsun diye gitmişti Afganistan'a. Bir nevi hayır işi.
Ama Cristiano'nunkisi bambaşka. Portekiz'in Covilha mevkisinde görev yapan askerlerle eğitim yapmışlar.
Birlikte şınav çekmişler, G.Afrika'daki havaya alışmak için antrenman yapmışlar. Ronaldo'nun kamuflajlı halinin daha iyi olduğunu düşünmekteyim, bu sayede o solaryum yanığı yüzünü görmemiş oluyoruz.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Seksi olma çabaları


"Arkadan bakınca vay be dememiz kadar normali yok"


Son günlerde Roland Garros (Fransa Açık Tenis Turnuvası) oynanıyor... Daha ilk turlarda sansasyonel bir olay patlak verdi.
Williams kardeşlerden Venus olanı şampiyon olmasa da şimdiden turnuvaya damgasını vurdu.
Baktığınız zaman çok çekici olmayan, aşk meşk dünyasında Serena kadar başarılı olmayan Venus'ün bu yaptığını çok normal karşılıyorum. Ama biz erkeklere de yazık. Gördüğümüz manzara sadece arkadan olsa "Vay be" deriz. Ama madalyonun bir de ön yüzü var. Venus Williams'ın yüzünü gece Taksim'de gece 3-4 gibi görsem sanırım bir daha gelmem oralara.
Onlarca apaçileri görmüş, gözleri bu konuda duyarsızlaşmış olan bu ben'im Venus Williams sorununa bir çözüm önerisi bulunmamaktadır.
Kariyer olarak çok büyük başarılara imza atmış Venus'ü buralardan kovamayacağımıza göre sanırım katlanmaya devam edeceğiz.
Özür dilerim paşa çayı okurları... Yapacağımız bir şey yok... Emekli olmasını bekleyeceğiz artık.


İşte madalyonun ön ve en korkunc yüzü!

23 Mayıs 2010 Pazar

Topçu Er David



Sakatlandığından beri ne yapacağına bir türlü karar veremeyen David Beckham en son Afganistan semalarında görüldü...
G.Afrika'ya gidemeyecek olan David, için TV yorumculuğu istemişler, reddetmiş. Türkiye'de adidas reklamları ile boy gösteren Beckham, Afganistan'da görev yapan İngiliz askerlerini ziyaret etmiş.
Ülkelerinden binlerce kilometre uzakta, amacının ne olduğunu bilmeyen askerler halk kahramanı olan Beckham'ı görünce sevinmişler haliyle.
Snoop Dogg ile rap yapacağı kaydededilen "Soldier Boy" David, bakalım bir TV kanalında yorumculuk yapacak mı?
Belki de bizim rekortmen Rıdvan Dilmen'i geçer kazanç konusunda...

22 Mayıs 2010 Cumartesi

N.E.R.D'in yeni albümü geliyor!



Gandi Kemal, Pacman, siyaset, futbol, Nike derken güzel bir haberi de sıkıştıralım...
Pharrell Williams, Chad Hugo ve Shay Haley'den oluşan hip-hop/rock grubu yeni bir albüm hazırlığındaymış.
Rapradar.com isimli internet sitesine göre, 7 Eylül gibi "Nothing" isimli bir albümle çıkış yapacaklarmış.
Grubun daha önceden In Search Of, Fly or Die, Seeing Sounds isimli 3 albümü bulunuyordu.
Merakla bekliyorum!

Write the future



Nike'ın yeni reklamını ilk izlediğimde şöyle bir durdum.
Çevreme baktım.
Sonra tekrar izledim.
Ağzımdan dökülen ilk kelimeler, "Vay be" oldu.
Daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçilmesini izlerken araya giren reklamlara baktım.
Fazla fazla South Park izlediğim için ağzımdan "Scruw you guys, i'm goin' home" kelimeleri çıktı. (Tabi burada kendimden iyice şüphe etmeye başladım. Yakında Cartman gibi olmak için çabalamaktan korkuyorum - Bu cümleleri yazarken de "neyim lan ben karaktersiz bir ergen miyim" dedim. "Evet aynen öyleyim" diye yanıt da verdim sonra kendi kendime.)
Bu kadar imkanı bulunan Nike'ın kötü bir reklam çekmesi beklenemezdi zaten. Kendilerine kocaman bir alkış ve teşekkürü borç biliriz!

Kılıçlar çekildi



Sabah uyanıp kendime gelince ilk işim televizyonu açmak oldu. CNN Türk, NTV, Habertürk, Kanaltürk gibi kanalları geze geze izledim CHP'nin genel kurulunu izledim.
Önce sahneye Muharrem İnce çıktı. Youtube ve Facebook'un yıldızı olan İnce, müthiş bir konuşma yaptı. Eğer Kemal Kılıçdaroğlu Snoop Dogg ise, İnce de Bow Wow'du.
Seyirciyi müthiş bir şekilde ısıttı ve havaya soktu.
Yorumcular eşliğinde Kılıçdaroğlu'nu bekledik. "Gandi", aslında farklı bir şey söylemedi. Bir gün önce NTV'de izlediğim Kılıçdaroğlu, bilindik konulardan bahsetti.
Ama Recep Tayyip Erdoğan'a, "Recep Bey" demesi o kadar çok konuşuldu ki...
Hatta twitter'da birkaç saatliğine de olsa trending topics'e girmeyi başardı bu hitap şekli.
Yapılan 70 dakikalık konuşmanın ardından "Recep Bey" hemen yanıt verdi. Sanırım Kılıçdaroğlu AKP'yi bayağı bir korkutuyor ki Başbakan cevap vermek zorunda kaldı.
Neyse yaklaşık 4 saat süren siyaset dolu televizyon izleme süresi beni bayağı bir sıktı. En sonunda odama gidip kendimi South Park dünyasına bıraktım da kendime geldim.

Pacman 30 yaşında olmuş



Teknolojik devrimin karşısında yer alan ve çok sevilen bir oyun Pacman. Seneler boyunca PS3, bilgisayar, XBox vs gibi bütün oyunların karşısında dimdik durdu Pacman. Şahsen benim de canım sıkıldığında çok sık oynadığım bir oyundur.
Rekor kırmak için küçükken kendimi az parçalamamıştım ama bir işe yaramadı tabi.
Oyunun mucitleri Namco'ya kocaman bir teşekkür...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yakışmayan bir seviye




Gündemi değiştirme konusunda Türkiye'nin bir numarası olan Aziz Yıldırım, bugün yine yapacağını yaptı.
Faruk Ilgaz Tesisleri'nde saat 12.00'de düzenlediği basın toplantısında önce bir resmi açıklama okudu yönetici Şekip Mosturoğlu... Orada Beşiktaş kalecisi Rüştü Rençber'in yediği gollerdeki hatasına dikkatleri çekmeye çalıştılar. Neden? Çünkü haftalardır enteresan goller yediği iddia edilen rakip kalecilerin üzerindeki ilgiyi dağıtmak için... Ben kalkıp Yıldırım, şike yaptı demiyorum. Sabah Mehmet Demirkol ile Fuat Akdağ'ın programını izlerken, Demirkol, "Yahu bu kalecilere nasıl gidip, maçı satar mısın, diyebilirsin ki" dedi.
Bence bu çok doğru bir söylem. Bunca zaman üst düzey takımlarda oynamış, milli formayı giymiş isimlere böyle bir şey denmez elbette. Ama Aziz Yıldırım'ın da kalkıp, Fenerbahçe'de efsaneleşmiş bir kaleciyi zan altında bırakması bence hiç hoş değil.
Basın toplantısında ayar verdiği Melih Gökçek ve bakan Faruk Çelik ile aynı seviyeye gelmiş Yıldırım'ın bu seviyeye inmesi doğru değildi. Daha net cümleler beklerdik. Tamamiyle havada kaldı. Yazık oldu bu kadar ilgiye, merak etmeye...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

İlginç benzerlikler


Birisi Inter'i şampiyonluğa taşıyan Diego Milito.



Diğeri Piyanist filminin yıldızı Adrian Brody.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Oray Dayı



Geçtiğimiz cumartesi Radikal'in geyiği güzel, sıfatı geyiği kadar güzel olmayan Kaan Sezyum'un (canlı canlı gördüm cidden dediği kadar çirkin bir adam) bir yazısı çıktı. Eşcinseller, travestiler hakkındaydı. Seks işçilerinin çalışma saatlerinden tutun da, Amsterdam'a, taksilerden, sabah saatlerine kadar birçok konuyu barındırıyordu yazı.
Ama gelin görün ki, bu yazı Oray Eğin ve şansölyesi Yiğit Karaahmet tarafından yanlış anlaşıldı. Aslına bakarsanız anlaşılabilecek bir tipte yazıydı. Sezyum'u dün Dinamo FM'deki programında dinledim. Özür diledi. Orada kullandığı cümleye aynen katılıyorum, "Beni ilk kez okuyanların yanlış anlayabileceği bir yazıydı. Özür dilerim, kendimi daha iyi ifade etmeliydim" dedi.
Ama bunun öncesinde twitter'da öyle bir muhabbet döndü ki, aman yarabbi evlere şenlik :) Twitter üzerinden Oray Eğin ve Yiğit Karaahmet'ten özür dileyen Sezyum'a çok ilginç bir yanıt geldi.
Eğin, Sezyum'a yaptığı reply'de öyle bir kelime kullandı ki, kendisinin sıkı bir Ezel izleyicisi olduğunu düşünmeme neden oldu. "...Sen de 15 dakikalık ünlü olma hakkını kullandın kardeş..."
Biliyorsunuz "kardeş" kelimesi bu sezon çok iddialı bir şekilde yayın hayatına başlayan Ezel dizisindeki Ramiz Dayı'ya ait. Böyle çıkış yapan Oray Eğin'in bu hali bana başlıktaki "Oray Dayı" lakabını kendisine takmama neden oldu.
Oray Eğin'in bu diziyi izlemesindeki sebep, senaryosu mu, özlü sözleri mi, popüler olması mı, yoksa Kenan İmirzalıoğlu'nun oynaması mı yoksa, Cansu Dere mi :))

11 Mayıs 2010 Salı

Ne gündü ama




Sabah saatlerinde uyandığımda, klasik/tipik bir pazartesi günü daha yaşayacağımı düşünüyordum. Kanat Atkaya tarafından reddedilmeler, Hakan Ünsal'a ulaşma çabaları, mail geldi mi gitti mi, yazı konusu buldum mu, şef beğenecek mi... Gibi zilyon tane soru kafamın içinde dönüp dolaşıyordu.
Kafamdaki bütün dertlere bir sünger çektim ve öğle yemeğini inmek üzere servistekilerle birlikte yemekhaneye doğru yol aldım.
Yemeği yedik, masada geyikler döndü. Derken yukarı çıktık. Kapıdan içeri girdiğimde aldığım haber ile bir anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ne diyeceğimi bilemedim. Şaşırdım, yıkıldım, dünyam karardı adeta.
Senelerdir hiç bir şekilde aldığı siyasi yenilgilerden dolayı istifa etmeyen CHP lideri Deniz Baykal, görevini bırakmıştı.
Şaka değil!! Sakın bu blogu okuyan az sayıdaki okurum. Gördüğünüz gerçektir. Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı Deniz Baykal, kendisi olduğu iddia edilen seks kasedinin ardından "teknolojik" bir şantaja getirildiğini söyledi ve istifa etti. (Yalnız burada CNN Türk'ü de tebrik ediyorum. Televizyonculukta çok çabuk karar değiştiriyorlar. Önce Baykal'ın istifa etmeyeceğini flaşladılar, 2 saniye sonra tam tersini)
Bu durumu kanıksamam zor oldu baştan. Ne de olsa senelerdir "Atatürk'ün partisiyiz" safsatalarıyla partiyi yöneten birisinin aldığı her türlü siyasi mağlubiyetten sonra hiç bir şey olmamış gibi devam ediyordu Deniz Baykal. Meğerse, Baykal'ın ipini çekmek için kısa bir film yeterli oluyormuş. Hem de maliyetsiz, oyuncuların dizinden üstünü göstermeye gerek kalmadan.
Neyse efendim. Bu gününün ilk şokuydu.
Meğerse, hayat sürprizlerini son sürat hazırlıyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Akşam otururken işyerinde Kaan'dan gelen bir msn iletisi ile hayatım değişti. Twitter'da yapılan bir çakallıkla, seni takip etmeyen kişilerin listesine girebileceğimi söyledi.
Ben de rahat dururmuyum? Elbette hayır!! Hain planlarımı bir bir uygulamaya başladım. Deneme tahtası olarak ünlü bilogır mrsbaros'u hedef seçtik. Kendisinin listesine sızdıktan sonra dedim ki tamam bu iş. Önce Snoop Dogg, sonra The Game, derken Ice Cube... Sonra Obama, finale de Kim Kardashian.
Daha sonra olaya uyanan twitter yetkilileri, Türk hacker'larının yediği haltı temizlemeye çalıştı. Bir süreliğine kimsenin ne following'i, ne de follower'ı vardı. Sanırım bu en çok Ahmet Hakan'ı üzmüş olacak ki, "Gitti 27 bin takipçi" diye yazmıştı. Bu arada Justin Bieber gibi vasıfsız birisini 0 follower ile görmek hoşuma gitmişti.
Derken Türk topçularının akını kesildi. Twitter, önce skoru eşitledi, sonra öne geçmesini bildi.
Bazı kişiler tarafından bloklandım ama değerdi. Çok güldük, çok eğlendik. Kaan ile hatta aramızda komplo bile hazırlamıştık ama olmadı.
İşte böyle yaprak kıpırdamaz dediğim bir günde arka arkaya iki büyük şok yaşadım. Deneyimlerim arttı. Snoop Dogg artık beni twitter'da takip ediyor. Mesela bu yazıyı birazdan okuyacak :))

9 Mayıs 2010 Pazar

Birisi Prada'yı uyarabilir mi?



Geçen gün metrobüse binerken birşey dikkatimi çekti... Ünlü giyim markası Prada, metrobüs duraklarına gözlük reklamı vermiş. Aynı reklamları otobüs duraklarında da görmek mümkün...
Ne kadar ünlü olursanız olun, reklam vermeniz, varlığınızı hatırlatmanız her zaman faydalıdır. İnsanların aklında yer edersiniz.
Ama burada bence stratejik olarak bir yanlışlık yapılmış.
Metrobüse binen insanların aklında Prada olarak yer etmenin ne faydası var?
Metrobüse binip de Prada gözlük takabilecek kaç insan var acaba?
Tamam, İstinye Park civarındaki billboard'lara verilebilir Prada reklamı ama Sefaköy'deki metrobüs durağına ilan vermek bence biraz saçma.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Bir önerim var



Türkiye Büyük Millet Meclisi, git gide küçülürken, oylarımızla seçilen vekillerimiz gün geçmiyor ki bir yeni kavgaya imza atmasınlar.
Başbakanın mallarını tartışırken sinir krizi geçirenler, kavga edenler, yumruk atanlar... Ceketi çıkartıp gelen mahalle bıçkınları, masalardan hedefi şaşırıp arkadaşlarının üzerine atlayanlar... Burun kıranlar... Rus heyete rezil olanlar...
Yalnız vekillerimizin biraz ders alması lazım.. Çok rezil bir şekilde itişip-kakışıyorlar. 12 yaşındaki çocukların daha iyi kavga ettiğini söylemeliyim.
Box TV'ye dönen TBMM TV'ye de tavsiyem, böyle durumlar için efsane şarkı "Eye of the tiger"ı kullansınlar.
En azından mırıldanırız izlerken falan..

Zenginin malı



Anayasa değişikliklerinin Meclis'te tartışıldığı son günlerde gazetelerden yine uzak durmaya çalıştım. Çünkü ülkenin iç hali beni hiç mi hiç ilgilendirmemekteydi. Kendi dünyamda sadece TL-Euro paritesine bakarak yaşayabileceğimi düşünmekteyim hala...
Bu düşüncelerden kurulu hayatıma devam ederken sabah haberlerine denk geldim... Malesef ki kanal değiştirme imkanı bulamadan, ki değiştirsem de değişen birşey yok heryerde aynı haber nerede değişik habercilik-özel habercilik, izledim TBMM'de olanları..
Öncelikle vekillerimizin hepsini kutluyorum. Bir adamın parasının derdine bu kadar düştükleri için.
Öncelikle CHP'lileri kutluyorum. Sırf nasıl aşağı çekerim, koltuktan nasıl indiririm diye yapmadıkları yok. Başbakan RTE'nin açığını bulmak için, malvarlığını belirlemek için ellerinden gelenleri yapıyorlar. Yabancı gazetelerdeki "en zengin başbakanlar" listesini bile kaçırmıyorlar. Bu sayede bir şeyler yapabileceklerini yapıyorlar yazık...
Sonraki tebriklerimi de AKP'lilere veriyorum... Atatürk'ün meşhur bir lafı var, "Hattı müdafa yoktur, sattı müdafa vardır" diye... Gerçekten Jose Mourinho'nun Inter'i gibi toplu halde savunma yapmasını çok iyi biliyorlar. Bloklar arası iletişim iyi :) (son günlerde Ömer Üründül'ün kulaklarını çok çınlattık twitter'da. Buradan da devam ehehe)
Başkanlarının paralarını ellerinden geldiğince gizlemek, içinde bol "ak"lı cümleler kurarak, RTE'nin önünde siper ediyorlardı kendilerini..
Sonra olaylar olmuş, yumruklar konuşmuş. Televizyondan izlediğimiz Çinli milletvekilleri gibi girişmişler birbirlerine. Fotomuhabirlerimiz sağolsun gözümüz doydu.
Neyse... Gelelim şimdi olayın sonuna... Başbakan RTE'nin belki düşündüğümüzden de çok parası vardır. Ne iş yaptığını yaş itibariylen bilemiyorum, kaldı ki merak dahi etmiyorum. Yani bu tür şeyleri konuşmanın kimseye bir şey getirmeyeceği gün gibi ortadayken, hala ağızlardan düşmemesi çok sıkıcı.
Laf dönüp dolaşıp, atalarımızın dediği "Zenginin malı, züğürdün çenesini yorarmış"a geliyor.

Smoke some weed!



Snoop Dogg'un bendeki yerinin ne kadar ayrı olduğunu bilir tanıyanlar... Rap müziği onunla birlikte daha başka seviyorum. Her albümünü, her şarkısını dinlemeye çalışıyorum..
Geçtiğimiz gece patlama konusunda Eyvallahokul (orijinal ismini yazmaya üşendim, ok) Yanardağı'nı geçiyordum. Sıkıntıdan ne yapacağımı bilmez bir haldeyken, internette gördüm bu siteyi..
www.snoop420.com isimli adresinde Snoop Dogg ile birlikte tüttürebiliyorsunuz. Karşınıza çıkan linkten kapşonlu yere kendi kafanızı yerleştirdikten sonra nerede, nasıl ve ne içeceğiniz kalıyor.
Sonra Snoop ile birlikte bi kaç fırt alıyorsunuz mamülünüzden..
Üstteki fotoğraf da benle Mr. Uncle Snoop.

No Totti, no party




Lazio maçında yaptığı hareketle bir anda hedef adam haline getirilen Roma'nın kaptanı Francesco Totti için geçen sene takım 14. sıradayken bir pankart açılmıştı; "No Totti, no party" diye. (Bunu çevirmeye gerek duymuyorum az sayıdaki blogumun okuyucusunun İngilizce seviyesinin o kadar düşük olmadığını düşünüyorum. Yanıltmayın olum beni :))
Totti, bu sene taşıdığı yere kadar götürüyor takımı... Lazio maçındaki hareketi ile tekrar gündeme gelmişti.
Dün gece de oynanan Roma-Inter İtalya Kupası final maçında yine yaptı yapacağını... Maçın 88. dakikasında Inter'de istenmeyen adam ilan edilen genç Mario Balotelli'ye dirseği geçiren Totti, bir anda sahanın karışmasına neden oldu.
Tamam yenilmiş bir takımın kaptanı olmak zordur ama kimsenin hakkı değildir, 18 yaşındaki genç bir oyuncuya dirsek atmak...
Daha sonra olanlar oldu ama... Sahaya girmeyenler mi, birbirine girmeyenler mi.. Zaten maç yeterince gerilimliydi, saha içinde pimi çekilmiş bomba Marco Materazzi (Zidane'den meşhur kafayı yiyen futbolcu hani) vardı. Ki kendisi de atılmak için çok çabaladı ama sanırım İtalya'nın pısırık hakemlerinin yüreği yetmedi. İstifa Collina. Bitmez bu lig bu hakemlerle!!
Neyse konuyu çok dağıtmadan, Totti her zaman İtalya'nın bir rengi olarak anılacak. Ne demişler, No Totti, no party!

Kese kağıdından Chanel!



Bu blogda daha önceden Chanel marka Samuray zırhı, surf'ü gördünüz.
Ama hiç birisi bence bu kadar zekice olamazdı. Parasızlığımın zirve yaptığı şu günlerde, çok hoş bir fotoğraf. Yaratıcılığın sınırlarının zorlandığı fotoğrafı bizibozmaz.com'da gördüm.
Bu yaratıcı şahısı, buradan bir kez daha tebrik ediyorum...

Herkesten önce üretilen sıcak komplolar




Ziraat Türkiye Kupası finali oynandı, bitti. İyisiyle kötüsüyle bir maç daha geride kaldı. Fenerbahçe, Alex ile öne geçtiği maçta üstünlüğünü koruyamadı ve Trabzonspor Umut, Engin ve Colman'ın golleriyle 3-1 kazandı.
Buraya kadar ters giden bir şey yok.
Ama bu iki takımın ligin sonunda karşılaşacağını ve ligdeki puan durumunun ne kadar kritik olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Son haftalarda yapılan her hatalı hareket, bazıları tarafından yüksek seslilikle söyleniyor ve büyük gazetecilik deniyor buna.
Bilip bilmeden insanları töhmet altında bırakıyorlar.
Madem öyle dedim ben de hemen başladım Trabzon-F.Bahçe maçı ile ilgili teoriler üretmeye...
En başta geleni de sanırım "Fener ligi alacak, kupayı Trabzon'a verdi" olacaktır. Malum Ankaragücü gibi bir kulübün bile maç sattığını ve F.Bahçe'nin verdiği para nedeniyle yenileceğini söylüyorlar.
Ben de hemen elimi çabuk tuttum ki kimse yazmadan ben yazayım dedim...

Gittikçe büyüyen uçurum




Anayasa'nın değişikliği ile ilgili oylamalar yapılırken ilginç bir olay olmuştu ve AKP beklemediği bir şekilde yasa tasarısını geçirememişti, onaylatamamıştı...
Parti kapatma ile ilgili olan bu yasa tasarısının engele takılıp kalması herkesimde farklı tepkilerin oluşmasına neden oldu.
Ertesi gün gazete bayisinin önüne gittim. Bütün gazeteleri bir anda görebileceğim bir yer olan bu yerde bütün gazeteler, sürmanşetten vermiş haberi neredeyse...
Birçoğu bunu bir hezimet olarak değerlendirirken, Sabah gazetesi ise, oldukça farklı (!) bir başlık atmış; "Oylamada fire" diyerek.
Burada sanırım bütün AKP'lilerin parti kapatılmasına evet diyeceğini düşünmüş Sabah gazetesi...
El değiştirdikten sonra, Çalık Grubu'nun eline düştükten sonra Sabah gazetesi git gide AKP'nin gayri resmi yayın organına dönüştü. Zaten piyasada yeteri kadar AKP'yi kuzey olarak gören gazete mevcuttu, buna bir de Sabah eklenince gazete okuyası gelmiyor insanın.
Ancak Sabah gazetesindeki değişim böyle şeylerle sınırı değil. İsmet İnönü ile ilgili bir haber yapılmıştı aynı günde... Haberde manşette fotoğraftan kalan bir boşluk öylesine güzel doldurulmuştu ki, hayretler içinde baktım gazeteye..
Fotoğraftaki boşluğa, İnönü'nün Atatürk'ün ölümünden hemen sonra paraya kendi parasını bastırması örnek gösterilmişti.
Haber dilinde de editörümüz çuvaldızını da iğneyi de İnönü'ye batırmamaktan çekinmemişti.
Bu gidişle çocukken pazarları büyük bir keyifle okuduğum Sabah gazetesini bir daha almayacağım.. Çok yazık oluyor.
Modernlikle, sokakla, haberle arasındaki uçum iyice büyüyor Sabah'ın... Git gide hükümetin gizli sözcüsü haline geliyor.
İnanın çok üzülüyorum!

2 Mayıs 2010 Pazar

Sporun suyunu çıkartmak



Sarah Jessica Parker ile son günlerde çıldırmışçasına izlediğim South Park'ta o kadar güzel dalga geçiyorlardı ki... İzlemek lazım vallahi...
Kendisinin geçen gün bir magazin sitesinde gördüğüm kollarından sonra ben de iğrendim. Hollywood'da şöyle bir hastalık var; kaslı kadın.
Madonna ile başlayan genç olma hastalığı Hollywood'daki bütün kadınları sarmış sanırım. Son zamanlarda gördüğüm bütün çocukluğumun "taş" hatunları bir deri bir kemiğe dönüşmüş. 3-4 tane olan kadınların sırf rol kapma uğruna, gençlere yerini kaptırmama uğruna yapmadıkları kalmıyor. Hal böyle olunca da erkekler gözündeki bütün çekiciliklerini kaybediyor...
Kendilerinden rica ediyorum. Lütfen "bokunu" çıkartmayın spor yapmanın!
Please!

1 Mayıs 2010 Cumartesi

1 Mayıs




Pek ilgilenmesem de, sadece televizyonda gördüğüm kadarıyla takip etsem de gerçek emekçilerin 1 Mayıs'ı kutlu olsun.

30 Nisan 2010 Cuma

Bu işler böyledir...



Galatasaray'ın son haftalardaki başarılı kalecisi Aykut Erçetin, formayı Leo Franco'dan kapınca bayağı bir tanınır olmuş.
Hatta futbolcuların yeni idman yeri Circus'un açılışına falan da gitmiş... Orada Habertürk'ün köşe yazarlarından Oben Budak'a, "Tanımadığım insanlar beni partilerine falan davet ediyor, teknelerine çağırıyorlar" demiş.
Bu aslında çok normal bir şey. Başarılı ve popüler olunca ilgi görmek çok normal. Sanırım Aykut, şu ana kadar arka planda kalmanın acısını çekmiş.
Bu tür şeyler çok normaldir. Spor basınında bile sıkça çıkar, "Görevliler tanımadı, tesislere alınmadı" gibisinden haberler.
Aslında bu bir yerde bizim ne kadar kötü olduğumuzu gösterir. Çünkü bir teknik direktörün genç bir oyuncuya şans tanımadığını ve basının da bunu pek matah bir şeymiş gibi göstermektedir. Bu tür şeylere iyi diyemeceğimi biliyorum.
Neyse biz gelelim Aykut'a...
Aykut, bu cümleleri olur da okursan...
Bak şunu unutma Aykut, burası Türkiye. Burada herşey gündeliktir. Şu anda başarılısın ama 1-2 maçta kötü ol senin kelleni isteyeceklerdir. Onun için bunlara kanma sen sen ol.

29 Nisan 2010 Perşembe

Futbolcuların yeni idman yeri



Bugünkü gazetelerin magazin sayfalarını okuyunca İzzet Çapa'nın yeni yeri Circus'un ne denli özel bir yer olduğunu anladık.
Zaten böylesine ilginç gece kulüplerine olmayan özenim yazıları okuyunca iyice dibe vurdu.
Belki de suçlusu ben değilim de yazarların yazı kabiliyetlerinin az olmasıdır.
Neyse Circus'un açılışında gazetecilerimizin yanı sıra ünlü futbolcular da varmış. Beşiktaş'ın İtalyanı Matteo Ferrari, bedeni Eskişehir'de ruhu İstanbul'da olan Ümit Karan, hatta son haftalarda Galatasaray'ın yeni transferi (!) Aykut Erçetin de oralardaymış.
Gece kulüplerinde kıroca eğlenmeyi seven birçok futbolcumuza da Circus'un hayırlı olmasını diliyorum. Biraz marijinal olabilmeyi beceren ya da o imajı vermek isteyen bütün futbolcuların orada boy göstereceğini düşünüyorum.
Magazin muhabirlerine de geçmiş olsun... Kapısında bekleyecek yeni bir mekan daha çıktı.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Paranın gücü

Biraz gecikmeli de olsa, unuta unuta geliyor yazılarım...
Bu uyuşukluğum ve unutkanlığım için özür dilerim.
Şimdi başlayalım.


Modanın ve lüksün önde gideni Louis Vuitton'un bir kampanyası vardı. Önce aya çıkan Neill Armstrong ve ekibi ile işe başladılar. Daha sonra Sean Connory, sahne aldı. Derken Madonna'nın 18'lik hali falan...
En son kampanyada ise futbol tarihinin 3 önemli ismi Pele, Maradona ve Zidane yer alıyordu. Bu üç ismin en önemli özelliği takımlarına Dünya Kupası kazandırmış 10 numaralar olmasıydı.
Eğer futbolla biraz ilgiliyseniz bilirsiniz, Maradona ile Pele arasında kıyasıya bir çekişme vardır. Hangisi daha iyi diye uzun yıllardır bir kıyaslama yapılır durur. Ben ise, dönemlerin farklı olduğunu düşünüp herkesin "dönemin adamı" olduğunu düşünmüşümdür.
Neyse fotoğraflarda Fransız efsanesi Zidane ile Pele maç yapıyor. Maradona da taktik veriyor langırt masasının yanında. Kimin kazandığını LV yetkilileri söylemiyor. Bence daha genç olan Zizou götürmüştür Pele'yi. http://www.louisvuittonjourneys.com/legends/ adlı internet sitesinden 17 Mayıs'ta açıklanacakmış sonuçlar. Zidane, 51'e 49 oylamalarda önde gidiyor.
Maradona ile Pele arasındaki bu çekişme bazen sınırlarını aşmıştır. Laf dalaşına gelmiştir. Birisi ötekisine sallar, ötekisi kalkar yanıt verir falan...
Bu ikiliyi bir araya getirmek için gereken en önemli şey şüphesizki para! İtalya'ya olan vergi borçları nedeniyle her gittiğinde bir ganimetini kaptıran Maradona'nın bu teklife sıcak bakmaması için hiç bir sebep yok. Pele de bayağıdır sessizdi iyi bir yükselme basamağı olabilir. Hem ne de olsa Louis Vuitton dünya çapındaki bütün futbolcuların elindeki bir marka.

Gelelim paranın gücünün ikinci göstergesine....
Bir süre evvel eski futbolcu, günümüzün popüler yorumcusu Rıdvan Dilmen bir telefon dinleme/dinletme skandalına karıştı.
Daha sonra adının bahis skandalına da girdiği söylendi ama sadece söylenti olarak kaldı.
Rivayetlere göre Milliyet gazetesi yazarı Nilay Yılmaz ile sevgili olan Şeytan, kız arkadaşını dinletiyormuş. Klasik erkek kıskançlığı diye özetleyebileceğimiz, "Ulan bizim manitayı araklamasınlar" durumu argoca.
Daha sonra Ayşe Arman büyük bir gazetecilik refleksi ile Rıdvan Dilmen'in eşi ile röportaj yapmış. Ayşe Hanım gayet samimi bir şekilde "Rıdvan'a kırgın değilim" demiş. İlk gördüğümde şaşırmıştım. Sonuçta eşinizin sevgilisini dinlettiği manşetlerden veriliyor hem de Türkiye'nin en önemli gazetelerinden.
Daha sonra bir ağabeyim dedi bana, "İşte oğlum bak, paranın gücü budur işte. Kim bilir karısına nasıl paralar veriyordur ki, neler alıyordur ki, kadın bu tür imkanlardan mahrum kalmamak için, 'Rıdvan'a kırgın değilim' diyordur" dedi.
O an bir kere daha anladım. Para cidden her kilidi açan bir anahtarmış.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Bu bir twitter çakallığıdır



Ata Demirer'in "Eyvah Eyvah" filmi çıktığında büyük bir merakla gitmiştim. Ata Demirer'in içindeki oyunculuk, müzisyenlik, yazmak konusundaki içgüdülerin patlamış olduğu bir filmdi.
Ufak yeğenlerimi de alıp girmiştik sinemaya... Yayıldık koltuklara ve gülerek izledik filmi... Kahkahalarla hem de. Daha sonra yetmedi şimdiki sevgilim, o zamanki sevgili adayım olan güzeller güzeli sevdiceğim ile de gitmiştik.
İkinci kez izlememde de durum değişmemişti.
Kahkahalar...
Kaçınılmaz bir şekilde dilime dolanan 7.5 lira şarkısı. Fasulya'nın bu kadar pahalı ve yağlı olduğunu bilmiyordum.
Sonra Ata Demirer, twitter diye dönemin popüler internet sitesine üye oldu. Yazdıkları cidden komikti. Espirileri, paranoya serisi... Hepsi çok eğlenceliydi. Tabi buradan bol bol filmin propagandası da yapılıyordu. E bu normal diyebiliriz. Parayona serilerinin içindeki fotoğraflar sayesinde kendine gazetelerde de yer buluyordu. Tabi bunun içinde bol miktarda Eyvah Eyvah'ın adı geçiyordu.
Reklamlar, şarkı falan derken film de iyi gişe yaptı... Misyonunu tamamladı.
Derken, Ata Demirer twitter'dan kayboldu. Film gişesini yaptı, paralar kazanıldı, yapımcı mutlu edildi ve Demirer siteden ayrıldı. Bence ayıp oldu. Kendisini takip eden binlere ayıp etti. Gerilla taktiği ile bir görünüp kendi reklamını yapıp, adından bahsettirip, sonra da kaçar gibi gitmek Hüseyin Badem'e yakışmadı.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Garip adam




Los Angeles Lakers'a transfer olduğunda çok şaşırdım Ron Artest'in.
Enteresan bir adamdır Ron... Plak şirketi vardır, hip hop'a gönülden bağlıdır. Gider rapper'ları stüdyosunda ziyaret eder. Eleştirileri sevmez, gerekirse kavga eder...
İlginç saç şekilleri ile sevdi NBA camiası Ron'u.
Bu da son halinden bir poz....
Ne diyelim Ron. Allah akıl fikir versin. O müthiş savunma yeteneğin ile seviyoruz seni!

19 Nisan 2010 Pazartesi

Küllerden ricam



İzlanda'da patlayan Eyjafjallajokull Yanardağı'ndan çıkan küller nedeniyle, hava yolları büyük zarar uğramış durumda.
Inter-Barcelona maçı için uzay takımı Barcelona bile yollarda sürünüyor... Havaalanlarına tıkılıp kalan insanlar, beklemekten sıkılmış olacak ki, kendini yollara vurdular. Gezgin misali...
E hal böyle olunca insanlar bir yerden bir yerlere gitme konusunda sıkıntı yaşıyorlar.
Kül bulutlarımdan bir ricam olacak... Madem gittiğin yerden dönemiyorsun...
Beni şöyle hemencecik Jamaika'ya götürseler. Sevdiceğim ile birlikte deniz kenarında bir süre tatil yapsak çok kıyak olur... Küllerden dolayı da dönemesem oralarda şöyle bi kaç yıllığına mahsur kalsam... Ne kadar güzel olur.

Ayıp ötesi!



Bazen tek bir görüntü herşeyi anlatır... Fazla söze gerek yok.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Vize mize, size bize

Ders çalışmanın ne kadar zor olduğunu unutmuşum. Üniversite hayatında okul anlamında pek bir önemseme yaşamadığım için ders çalışma konusuna pek hakim değildim.
Yapabileceğimi düşündüğüm ödevleri yaptım, zor olanları "seneye veririm" mantığı ile bıraktım.
Derken yumurta kapıyı geçti geldi dayandı başka bir yanıma. E hal böyle olunca, insan ister istemez, bir anda herşeyi yapabiliyor.
Ders çalıştım, ödev yaptım, sınavlara zamanında gittim.
Geciktiğim zaman yolda hız sınırlarını aştım.
İnsanlarla tartıştım.
Yapmayı hiç düşünmediğim radyo programını bile yaptım. Bu arada radyo programı yapmanın ne kadar zor olduğunu gördüm. Allah öğrencilere sabırlar versin.

Bn



Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener ile Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören arasında bir "bn" tartışmasıdır sürüp gidiyor.
Bir rivayete göre "bn" mesajını atan Demirören'e, Profesyonel Disiplin Kurulu'ndan 15 günlük bir ceza geldi.
Bu sebepten dolayı İnönü'ye gitmeyen Demirören bu maçı da başka bir yerde izleyecek. Şimdi benim bu konu hakkında merak ettiğim bir şey var.
Yıldırım Başkan'ın mazereti, "Orada bn'yi ben kelimesinin kısaltması olarak kullandım. Mahmut Özgener onu küfür sandı, bana ceza verdi."
Mahmut Başkan'ın ceza verme sebebi ise, "Yıldırım Demirören, bn'yi küfür olarak kullandı. Federasyon yetkilisine küfür etti ceza verdim."
Şimdi gelelim beni gıcık eden noktaya.
Mesajı atan Yıldırım Demirören'in mesajı bir sms boyutuna yani 140 karaktere sığdırmasına gerek yok. Kendisinin kontür, mesaj kullanım aşımı, çift sms parası ödemek gibi bir çekincesi olmamalı... Kazancı, vizyonu ile 1 sms'in hesabını yapacağını sanmıyorum.
Mesaj atarken bu tür şeylere dikkat etmez herhalde Yıldırım Demirören.
Bir ikinci ihtimal daha var, mesaj atma konusunda deneyimsizlik. Ama böylesine önemli mesajlar atarken yanına bu işi becerebilecek insanlar olmalı. Yoksa sonra mazallah ilginç sonuçlar ortaya çıkabilir!

12 Nisan 2010 Pazartesi

Lacoste değil, Bursa timsahı



Süper Lig'de lider konumda bulunan Bursaspor çılgınlığı her yerde... Yeşil beyazlıların yıldızlaşan gençlerinden Ozan İpek, uefa.com'un manşeti olmuştu. Sercan Yıldırım ve Volkan Şen bugün NTVSPOR'un konuğuydu.
Ülkedeki birçok insan tuttuğu takımın şampiyon olmaması halinde alternatif olarak Bursaspor'u düşünüyor.
Ayrıca Ertuğrul Sağlam'ın da geçen sene Bülent Uygun gibi bir hataya düşmeyip sessiz kalması, hem Sağlam'ı hem de Bursaspor'u daha sevilebilir bir hale getiriyor.
Geçen sene Sivas halkını zorla stada getirmeye çalışan Sivasspor Yönetimi'ne inat, bütün Bursalılar maç günleri takımlarını desteklemek için stadın oraya doluşuyor. Bu sene canlı bir şekilde Bursaspor maçı izleyemediğim için de ayrıca üzgünüm. Eğer Bursaspor şampiyon olursa bunu kendimde büyük bir eksiklik olarak göreceğim.
Yalnız Bursa halkında olan inanmışlığın en üst seviyeye çıktığını şuradan gördüm. İnternette gezerken gördüm, Bursasporlu bir fırın, timsah şeklinde pasta yapmış. Statlarda da görüyoruz. İnsanlar ellerinde timsah oyuncakları ile stada geliyorlar. Takım kazanınca "timsah yürüyüşü" yapıyor.

Aklıma bir dönem Abercrombie gibi suyu çıkmış Lacoste geldi. Çakma piyasasının gözdesi olan bu timsah logolu ürünlerin pabucunu dama atmış gibi görünüyor!