29 Mart 2010 Pazartesi

Hızlı, ritmli sözler ve futbol...



Fakirlik içinde büyüyen Amerikalı siyahi çocuklar, çektikleri dertleri kağıtlara döktüler. Daha sonra bu ritmli sözler çok tutuldu. Arka arkaya popüler olmaya başladılar.
Kendileri yetmedi, bayrağı devredebilecek isimler buldular. Hep birlikte el ele verdiler prodüktörlük şirketleri kurdular. Derken hatrı sayılır bir servet yaptılar.
Bu isimlerden bir tanesi Puff Diddy. Amerika'nın son yıllarda Doğu Yakası diye tabir edilen bölgeden çıkan Diddy, şimdiye kadar birçok sahne adı ile boy gösterdi. Ama herkes Puff Diddy diye tanıyor. Son yıllarda da değişikliğe gitmedi sağolsun. Kendisinin futbola olan ilgisini ilk kez duydum bu haberle birlikte. Amerikalı rap yıldızı Championship takımlarından Crystal Palace'ı almak istiyormuş. Sebebi ise bir hayli ilginç. The Sun gazetesine göre Diddy'ye ilk önce Premier Lig'de ekonomik olarak zor günler geçiren Portsmouth'u tavsiye etmişler. Ancak Diddy, "Hayır, ben Crystal Palace'ı beğendim. İsmi hoşuma gitti. Kaçıncı ligde olduğu beni ilgilendirmiyor" yanıtını vermiş. Diddy'nin girişimleri devam ediyormuş.
Gelelim bir diğer meşin yuvarlak peşindeki yıldıza... Son albümü Blueprint 3 ile büyük bir kar yapan Jay-Z'nin de Arsenal'in peşinde olduğunu okuduk. Birçok rap yıldızına prodüktörlük eden ve Amerika'nın en çok kazanan isimlerinden birisi olan Jay-Z'nin servetinin büyük bir çoğunluğunu bu konuda gözünü kırpmadan harcayacağını belirtmiş. Daha önce Fabregas ve van Persie ile görüşen Jay-Z'nin "Bu sene kupa kazanın bütün takımı New York'ta ağırlayacağım" gibi vaatleri de olmuş.
Kısa bir süre sonra bu ikiliyi İngiltere statlarında görebiliriz. Hem bu sayede Arap zenginlerinden sonra, Amerikalı şımarık rapper'ları da burada görmek benim gibi endüstriyel futbolu seven insan için gayet eğlenceli olacaktır.
Bu konu ile konuşurken, arkadaşım Akın ile Kanye West'in de bunun altında kalmayacağı fikrinde birleştik. Kanye'nin de Louis Vuitton'dan monogram forma yaptırıp, Nike Air Yeezys modelinde kramponlar yaptıracağını konuştuk. Düşünmesi bile eğlenceli değil mi :)

23 Mart 2010 Salı

Küpe mi film mi ?



Fotoğrafı görenler diyebilirler ki, "Başbakan, Cem Yılmaz fotoğrafına bu başlık mı atılır" sorusunu hemen yöneltebilirler. Kendilerinden biraz sabırlı olmalarını diliyorum ve açıklıyorum.
Malum Cihan Padişahı Başbakanımız, sanatçılarla bir araya geldi, kahvaltıda. Bu kahvaltıya ünlü komedyenlerimizden Cem Yılmaz da katıldı. Buraya kadar herşey normal. Gazetelerden okuyorum haberleri...
Derken Star gazetesi, diyor ki, "Başbakan Cem Yılmaz'a sordu: Cem kaç film oldu? Dediğiniz gibi başbakanım 3'e tamamladık yanıtını veriyor. Olayların ardından şakalaşmalar gülüşmeler"
Daha sonra Akşam gazetesi patlatıyor, "Başbakan Cem Yılmaz'a sordu: Kaç küpe oldu Cem? Dediğiniz gibi başbakanım 3'e tamamladık yanıtını veriyor. Olayların ardından şakalaşmalar gülüşmeler"
Arada film mi, küpe mi gibi anlaşılmaz ve çelişkili ifadeler var. Elbette muhabirin ne getirdiyse onu koyarsın. Ama bu kadar da değişik anlaşılmalar olmamalı. Bir hatırlatayım Cem Yılmaz'ın kendi projesi olan dört filmi var (GORA, AROG, Yahşi Batı ve Hokkabaz).

İlginç bir savunma ya da eleştirmenlerin bilgisizliği!



Blogda genellikle futbol yazmamaya özen gösteririm. Yazacaksam da tek bir takımla ilgili yazarım. Ya da hoşuma giden Avrupa maçlarını falan.. Geri kalanını Süper Lig'le ilgili olanları her salı buradan daha çok okunduğuna inandığım bir köşede yazmaktayım. Ama bu sefer beni futbol yazmaya iten konu bir başka...
Biraz komşumu kollayacağım ve bizim mahallenin takımı olan Galatasaray'ı savunacağım. Neden mi? Çok basit. Değerli meslekteki büyük ağabeylerimizin genel olarak düştüğü bir hatayı düzeltmek için bu blogu burada feda edeceğim.
Şimdi gelelim olaylara... Trabzonspor, Galatasaray'ı yenerek 2 sezondur süren "derbi" maçlarında kazanamama geleneğini sona erdirdi. Buraya kadar hoş güzel. Bordo mavililer, aldıkları bu galibiyetle ligin zirvesini karıştırdı. Bursaspor da Denizli'yi yenince 3 büyük kulüp sanırım son günlerin moda filmin adını ağızlarına almışlardır; "Eyvah Eyvah!"
Galatasaray'ın Trabzonspor karşısında tek bir değişiklik yapmasını gazetelerde onlarca köşe yazarı büyüğümüz eleştirdi. Yok efendim neden Rijkaard, maçı değiştirecek hamleler yapmazmış da, koca 90 dakika 1 değişiklikle mi geçer-miş de... Takıma neden müdahale edemez-miş de... Böyle farklı cümlelerden oluşan sonu aynı yere varan cümleler..
Peki bu değerli büyüklerime soruyorum, Galatasaray'ın Trabzonspor maçındaki yedeklerinden haberiniz var mıydı? Ben sizin yerinize söyleyeyim, Aykut, Uğur, Baros, Ayhan, Hakan Balta, Emre Çolak, Servet. Evet Galatasaray'ın maçı değiştirmesi için yapacağı müthiş sihirli değneğin ucundan dökülecek tozlar bu isimler. Birisi yedek kaleci Aykut. Onu geçiniz.
Servet ve Hakan Balta, defans oyuncuları. Ha belki Servet'i ileride oynatabilirdi. Tabi dahi yorumcularımız bunu unutmuşlar. Diğeri formsuz Uğur ve Ayhan. Diğer iki isim de sakatlıktan yeni çıkan Baros ile A2'den yeni kadroya alınan Emre Çolak.
Acaba bu isimlerden hangisi giden Trabzonspor maçını çevirebilecek potansiyeldeydi. Ha Hakan Balta oyuna girip 2 gol, 1 asist ile mi oynayacaktı? Ya da Aykut'u çılgınlık yapıp sahaya forvet olarak mı sokacaktı? Tek alternatifi olan Baros'u Elano'nun yerine aldı Hollandalı hoca. Elano çıkar mıydı, o tartışılır ama bence Rijkaard, elinde oyunu değiştirebilecek tek ismi de sahaya sürerek misyonunu tamamladı. Geri kalanı hafta içinde maça hazırlanan futbolculara kalıyor.
Ama bunu malesef bizim büyük büyük yorumcu/gazeteci ağabeylerimiz görmeyerek ya da görmek istmeyerek, bu durumu Rijkaard'a saldırıyor.
Devam edin abiler, durmayın!

19 Mart 2010 Cuma

Yok artık Rihanna!




Daha önce bu blogda Chris Brown'dan yediği dayaktan sonra sapıtan Rihanna için çok yazılar yazdım. Kendisinin güzelliğini sergilemesinden dolayı bir erkek olarak elbette mutluydum, sonuçta dergilere yarı çıplak poz vermesi, kliplerinde daha çok göze hitap etmesi benim de hoşuma gidiyordu ama son okuduğum haber ile bu şahsın tamamiyle sapıttığını anladım.
Barbadoslu güzel kızımız 2009 yılı içinde, sırf güzel gözükebilmek için 750 bin dolar harcamış. Rakamı görünce derin bir yuh çekmedim değil. Tamam belki bu rakamlar bir Hollywood ünlüsü için normal ancak, yıllık kazancı o kadar da yüksek olmayan Rihanna'nın bu tür meblağları sadece giyim-kuşam, özel hocalara harcamasını biraz abes buldum.
Dayak travmasından sonra kendini iyice dağıtan, marijinallik adına olur olmadık işlerin altına imza atan Rihanna'nın yaşının çok genç olmasını düşünürsek, kendisinden şimdiden sıkıldığımızı belirtmekten paşa çayı blogu olarak gurur duyuyoruz.
Haberin detayları için linkimiz; http://www.shoppingblog.com/blog/3181025

17 Mart 2010 Çarşamba

Ne ayaksın lan sen?




İngiltere Milli Takımı'nın eski kaptanı John Terry'nin yediği haltları hepimiz biliyoruz artık. Azıcık gazete okuyan bir insan isek, eski takım arkadaşının sevgilisi Vanessa ile birlikte olması mı, ondan çocuk aldırması mı, Wayne Bridge'ye el uzatıp, elinin havada kalmasından mı... Bir dünya skandala imza attı son bir kaç hafta içinde.
Neyse efendim, bütün bunları geçtik son olarak yine çam devirdi ayaklı suç makinesi Terry.
Jose Mourinholu Inter'e elendikten sonra kendi şahsi arabasıyla stadı terk ederken, özel bir güvenlik görevlisini ezip bacağını kıran Terry, polise ifade vermiş bu konuda. Arabasına birşeyin çarptığını ama önemsemediğini söylemiş. Yenilginin verdiği üzüntüden olsa gerek diyebilirdik ama güvenlik görevlilerin söylediğine göre, gayet de gaza basıp gitmiş John Terry. Hiç de oralı olmamış, umursamamış.
Yahu böyle tipler İstanbul'da yaşasa şu şekilde yanaşırlar, "Kimsin lan sen ha? Milletin karısına kızına sarktığın yetmiyormuş gibi bir de ne istiyon lan elalemin güvenlikçisinden dümbük" diyip kafayı yerleştirirler. Bence Terry'nin akıllanması için kısa süreliğine de olsa Türkiye'de detoks uygulaması lazım. Bunun için de Fenerbahçe gayet uygun. Kezman'ın arabasını taciz ettikleri gibi Terry'ye de bir kıyak yaparlar sanırım.

16 Mart 2010 Salı

Kimim ben ???



Star TV'de bir süredir bitik bir pop yıldızı Mustafa Sandal'ın sunduğu Kimsen Sen isimli yarışma programı vardı. Program 20. kez yayınlanmasından sonra ekranlara veda etti. Neden bırakıldı, neden bittiği yönünde pek bir kimsenin haberdar olduğunu sanmıyorum.
Öğrendiğim kadarıyla, Sandal'ın program sunuşu pek iyi değilmiş. Yani bunu öğrenemye pek gerek yok biliyorum, sadece izleseniz de anlayabilirdiniz. Ben bir kere denk geldim o kadar. Sanırım katlanmam 45 saniye kadar sürmüştü. Musti'nin başarısız olmasının üzerinde, ortalamada ilk 60'a girmeyi başaran Kimsin Sen yayından kaldırıldı.
Akşam üstü, izdivaç ve Derya Baykal'ın programının izlendiği saatlere yarışma programı koymak ve bunu da 160 bin TL ödeyeceğiniz bitik bir pop yıldızına sundurmak ne kadar akıl karı bunu kanal yönetimine sormak lazım.
Bir süredir toparlanmaya çalışan, iyi işler yapmaya çalışan ve hatta Küçük "salya sümük" Kadınlar isimli diziyi kendi bünyesine katan Star TV'nin böylesine önemli bir yanlışa düşmesinin sebebi neydi acaba?
Hem duyduğuma göre prova çekimlerini sunan arkadaşın Sandal'dan daha başarılıymış!
Ne yapalım kanal yönetimleri illa ünlü olsun diyerek, kendi yıldızını yaratma şansını da böylece kaçırıyor.

14 Mart 2010 Pazar

Bu gidişle...




Son dönemde gündemi birazcık takip edenler bilir, önce Amerika Birleşik Devletleri'nde ardından da İsveç'te de bizim sözde, onların gerçek diye nitelendirdiği Ermeni soykırımı tanındı.
Hele İsveç'te yapılan bir oylama vardı ki, biz Türkler için oldukça evlere şenlikti. İlk olarak milletvekillerinden Mehmet Kaplan ile başlayalım... Kendisinin mensubu olduğu parti "evet" diyeceğinden çekimser kalmayı kabul etti. Ancak kendi partisinin "hayır" diyeceği Gülcan Avcı'nın tam tersi istikamette ilerleyip oyunu "evet"e bastığını öğrendik.
Gazeteyi elimize aldığımızda milliyetçi duygularla okursak, "Ulan sizin gibi Türk olmaz olsun"la başlayıp, onlarca küfrü arka arkaya sıralamamız normal.
Ama şöyle bir açıdan yaklaşırsak, internette ve gazetelerden yaptığımız mini araştırmalardan görülüyor ki, Kaplan'ın İsveç'te geleceği parlak. Bakmayın öyle sakallı falan olduğuna... Kendisinin İsveç siyasetinde önemli noktalara gelmesi bekleniyor. Hatta seçildiğinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan aramış kendilerini, tebrik etmiş.
Gülcan Avcı'ya gelince, kendisi Kürt kökenli. Çok milliyetçi bir bakış açısından bakmayayım diyorum ama dayanamıyorum. Bugün Hürriyet gazetesinde yazılanlardan yola çıkarsak, Gülcan Hanım; Kürtlere soykırım yapıldığını iddia etmiş. Tamam belki son yıllarda bir gerinlik var. Bir çatışma var. Ama kimse de kalkıp, kendi hayatını sürdüren bir vatandaşa etnik kimliği ile sataşmamıştır bu ülkede (Ha arada zencilere Arap aşağı, Arap yukarı diye takılmalar olmuştur. O kadar).
Kendisi Türkiye'nin içinde bulunacağı durumu hiçe sayarak, duygularıyla hareket edip oyunu "evet"ten yana kullanmıştır.
Elbette kişilerin vereceği oylar kendi bilecekleri iş. Şimdi gelelim işin öteki boyutuna...
Amerika'nın soykırımı tanıyacağını kabul eden yasa tasarısı ne ilginçtir ki 23'e 22 gibi 1 farkla kazanmıştır.
Aynı şekilde, İsveç'te de 88 kişinin çekimser kaldığı seçimlerde 131'e 130'luk bir deplasman yenilgisi daha almışız.
Yani bu seçimlerin hiç birisinde Ermeni soykırımını isteyenlerin beklediği büyük bir galibiyet yok. Hep son dakika golleriyle kazanmış rakibimiz.
Biraz Polyanna'cılık yapıp, bardağın dolu tarafını görürsek, "Soykırım yapılmıştır", diyenler kadar o ülkelerde. En azından vatandaşta olmasa bile, onların seçimi ile başa gelmiş parlamenterler var.
Evet, şu anda yenilgiler aldığımız doğru. İddialara göre İngiltere de bu olayı tanıyacak ülkelerden birisiymiş. Diasporanın kuvvetli bir şekilde çalıştığı şunu unutmamalıyız ki, "Hiç bir devlet geçmişi ile yargılanmamalı!".
Tam tersi olur da, bu olay daha fazla ülkede tanınmaya başlarsa, biz de her tanıyan ülkenin büyükelçisini istişare için buraya çağırırsak, ohooo.. İşimiz var demektir, bu gidişle bütün ateşelerimiz Ankara'dan çıkamayacak. Eyvah eyvah!

11 Mart 2010 Perşembe

Bu gurur senin Türkiye!





Çocukluğumun oyunu derler ya aha Street Fighter da aynen o. Atari başından, bizi atari salonlarına transfer eden, "Insert Coin"in ne demek olduğunu öğreten şeydir. Daha ucuz olan yerden jeton alıp, ev yakınında oynamayı öğreten şeydir Street Fighter.

Param var yine geleceğim cümlesini duymama vesile olmuş şeydir Street Fighter. Hatta babamla ilk alt yazılı filme gidip, adamcağızın bütün filmi bana anlatmasına neden olmuş şeydir Street Fighter.
Bende bunun gibi onlarca anısı bulunan bilgisayar oyununa son olarak bir Türk karakter eklenmiş. Zaten Blanca'nın olduğu yerde bizim yer almamız çoktan gerekiyordu ya bu da o oyunu yapanların ayıbı olsun.


Yeni karakter Hakan, bildiğin pehlivan olmuş. Kırkpınar güreşçilerine benzeyen Hakan'ın fotoğraflarını gördüm.
Yağ öğesi sanırım biraz fazla kullanılmış. Bildiğin kündeye getirme, hareketlerini yapan Hakan ile Ken'e, Ryu'ya, Mr. Bison'a Hakan ile onlarla geçmeyi planlamıyormusunuz?

9 Mart 2010 Salı

Tupac'ı kim öldürdü




Evet paşa çayının kıymetli okurları... Sonunda rap dünyasının bilinmeyenlerine doğru yelken açmayı kendime görev edindim.
Şimdi bu çok aleni olan görevi sizlere açıklıyorum ve ilginç bağlantılarla nerelerden nerelere varılacağını göstermek istiyorum.
Psikolojide buna tüme varım deniliyordu yanlış hatırlamıyorsam, lisedeki adaşım olan Bülent Hoca'nın da kulaklarını çınlatıyorum.
Neyse şimdi gelelim komplo teorimize. Ki burada da komplo teorilerinden yola çıkarak birçok kesimin tepkisini çeken Dan Brown'a da selamımızı yolluyoruz, yeni kitabını beklediğimizi yineliyoruz.
Evet sayın paşa çayı okurları başlıktaki sorumuzun yanıtını nasıl vereceğimize gelelim.
Bildiğiniz üzere rap dünyasının ilahlarından batı yakası çocuğu Tupac Shakur, Mike Tyson'un boks maçından sonra öldürülmüştü. Bu ölümün ardından doğu yakası çocuğu olan Notorious B.I.G'de öteki tarafa gönderildi. Her ikisinin de katili kim bilinmiyor. Malesef ki bugünden sonra!
Şüphelileri paşa çayı olarak ortaya çıkarttık. Şimdiye kadar ortalıkta gezen B.I.G, Suge Knight, P.Diddy gibi isimlerin hepsi yalan olduğunu iddia ediyorum. Hiç bir araştırma yapmadan sadece puzzle parçalarını birleştirerek konuşuyorum.
Şimdi gelelim işe... Tupac'ın bir dönem ünlü pop yıldızı Madonna ile yakın olduğunu google'dan rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Hatta yazılanlara göre Kraliçe'nin Pac'tan çocuk bile yapmak istediği yazılmıştır.
Ne yazık ki, bu ilişki kısa sürmüştür. 2Pac yoluna, Madonna yoluna gitmiştir.

Yolumuza devam edelim... Son günlerde dinlemekten büyük eğlence duyduğum eski rap yıldızı Vanilla Ice'ın da Madonna ile bir ilişkisi olmuştur. O dönem meşhur olan herkesle ilişkiye geçerek kendi çapında bir tarikat oluşturmaya çalışan "Queen of Pop"umuzun hatta Sex isimli kitabında ikilinin gayet de kitabın adına uygun pozlarını gördük.

Gelelim şimdi üçüncü isme... Michael Jackson! Evet şaşırmayın. Hatta bayılan olduysa, hemen yardıma gelebilirim. Pop'un Kralı'nın da Madonna'nın hareminden olduğunu söylememe gerek yok sanırım. 90'lı yıllarda Oscar Töreni'ne birlikte katılarak herkesi şaşırtan ikiliden Madonna olanı; "Michael ile seks yapmıştık. Hatta kendisi çok da iyi yapıyor" gibisinden laflar etmişti. Bu laflara inanırsak MJ'in Madonna'da aklının kalması çok normal.
Kronolojik sıralamadan gidersek bütün bu olayların ardından Madonna ile birlikte olan 2pac'ı öldürebilme potansiyeli olan iki şüpheliyi ben ifşa ettim. MJ öldüğü için paçayı kurtarmış olabilir ama Vanilla Ice hala yaşamakta. Bir Cold Case dizisindeki gibi sorgulama sahnesi geldi aklıma. Vallahi süper olur!

4 Mart 2010 Perşembe

Buna kim inanır




Hollywood sinemasındaki yıldız sayısı bizim Yeşilçam'ınkisini alır katlar, çarpar, çarpar, sonra da kullanılmış bir genç kız gibi kenara atıverir.
Bu ünlülerden birisi de Megan Fox. Çok büyük rollerde oynamamasına rağmen bu denli tanınır olmasının sebebi elbette ki seksi pozları ve aşırı güzelliği. Yeni Angelina Jolie olarak gösterilen ve kolunda Marilyn Monroe dövmesi bulunan bu kızımız Harper's Bazaar dergisine çok ilginç bir açıklamada bulunmuş.
"Şimdiye kadar sadece 2 erkekle birlikte oldum. Birisi ilk aşkım, diğeri de şimdiki sevgilim Brian" demiş.
Şimdi dönüp bakalım kendisinin şu üst tarafta bulunan fotoğrafa poz vermiş, adı her türlü skandalla anılmış Megancığımızın bu lafına kim nasıl inanır?
Şu iğrenç espiri bile çok havada kalır: Buna kim inanır? Kadir İnanır!

Son günler üzerine..

Son günlerde blogla yine ilgilenmediğimin farkındayım... Şöyle ufak bir yolculuk yapalım istedim geçtiğimiz günler üzerine madde madde gidelim.

1- Tarkan, cd.
Tarkan'ın göz altına alınmasından sonra Hürriyet'in Kelebek eki yazarlarından Cengiz Semercioğlu, çok hoş bir yazı yazdı. Tarkan tutuklandı da ne oldu, sonuç? diye bir soru sordu ki... Evlere şenlik. Tarkan gibi Türkiye'nin en büyük yıldızı tutuklandı ama sonu koca bir boşluk kimseye bir şey olmadı.
2- Milli Takım.
Dün izlediğimiz ay yıldızlıların yeni bir oluşum içinde olduğunu sanmıyorum. Yeni gelen sadece 4 tane isim vardı. Geri kalan herkes aynı. Yani kimse kalkıp Hiddink geldi, hooop haydi yepyeni bir futbol ülkesi oluyoruz diye beklemesin. Uzun bir süre Fatih Terim'in taktikleri ile idare edeceğiz. Bilginize.

3- Balyoz.
Nedenini anlamadığım şekilde emekli ya da hala görevde olan yüksek rütbeli askerlerin tutuklanması bir anda Türkiye'nin gündemine oturdu. Herkes herşeyi söyledi. Ben ise gazete sayfalarında yer alan bu haberleri bir satır okumadan geçtim. Kendimle gurur duymuyorum ama bu denli kısır döngünün içinde yer almak istemiyorum!

4- Şubat ayı.
Doğum günümün de yer aldığı 23 Şubat tarihinin elbette ki benim için ayrı bir önemi var. Doğum günümü benle olup kutlayan, kutlamayan herkese teşekkür ediyorum (hediyelerimi de beğendim ayrıca) Bu ay içinde iş üzerinden birazcık gidersem, Fenerbahçe perişan oldu. Harbiden sezona böylesine iyi başlamış bir takımın bu denli kötü duruma düşmesine şaştım kaldım.

5- Facebook.
Geçen gün insanlar facebook'a giremeyince harbiden yusuf yusuf moduna girmişti. O an şunu anladım sosyal paylaşım siteleri insanların hayatlarında çok büyük bir yer edinmiş. Sabah msn'de otururken (sanki msn evin salonu da oturuyoruz hay Allah'ım laflara bak) herkes soruyordu, "Kanka girebiliyor musun face'e" diye. Ha bi' de facebook'a neden face denir anlamıyorum. Bence insanların bu facebook'a bağlılıklarından kurtulmaları lazım. Onun için go twitter diyorum.

6- Lebron James.
Kaç zamandır yazacağım yazacağım, biraz da eskidi ve bayatladı. Kendisinin son dönemde oynadığı klip sayısı harbi bini aştı. Kendisinin bu konudaki eğilimlerini biliyoruz. Hatta birkaç canlı performans denemesi de oldu. Jay-Z ile yakın arkadaş olan LeBron'un en son Kanye West, Drake, Eminem ve Lil Wayne'in ortak düeti olan "Forever" şarkısında boy gösterdiğini biliyoruz. Kendisi ayrıca All-Star gecesinde yaptığı el işareti ile de Roc-A-Fella Records'un reklamını yapmıştı.

8- NTV.
Geçen gün sabah kahvaltıda televizyon izlerken, bir reklam vardı. Hakan Plastik isimli boru üreticisinin, her dönem sel basan sokaklarda yapılan canlı yayınlara atıf yaparak çektiği bu reklamda olay şöyle oluyor;
Genç muhabir büyük bir hevesle olayı anlatır. Her yeri su bastığını söyler. Ancak sokakları gösterdiğinde böyle bir şey yoktur. Hakan Plastik adamı gelir ve olayı açıklar. Haberci de patates olur.
Haber kanalı kendilerini ti'ye alan böyle bir şey yapması hoşuma gitti ile gitmedi arasında. Yani NTV gibi ciddi bir tv kanalının böyle bir reklamın yayınlanmasına izin vermesini garipsemedim değil.

9- NTVSPOR.
Karasal yayına geçerek bütün Türkiye'ye ulaşan bu spor kanalının reklamını çok beğendim. Kim akıl ettiyse onlarca kez elinden öpüyorum. Hele sonda motosikletin içeri girişi yok mu :)

Şimdilik bu kadar yeterli. Teşekkür eder saygılarımı iletirim. Sanırım bu silme yazının ardından uzunca bir süre yine blogla ilgilenmem. Belki de fikrim değişebilir. Sağolun