30 Nisan 2010 Cuma

Bu işler böyledir...



Galatasaray'ın son haftalardaki başarılı kalecisi Aykut Erçetin, formayı Leo Franco'dan kapınca bayağı bir tanınır olmuş.
Hatta futbolcuların yeni idman yeri Circus'un açılışına falan da gitmiş... Orada Habertürk'ün köşe yazarlarından Oben Budak'a, "Tanımadığım insanlar beni partilerine falan davet ediyor, teknelerine çağırıyorlar" demiş.
Bu aslında çok normal bir şey. Başarılı ve popüler olunca ilgi görmek çok normal. Sanırım Aykut, şu ana kadar arka planda kalmanın acısını çekmiş.
Bu tür şeyler çok normaldir. Spor basınında bile sıkça çıkar, "Görevliler tanımadı, tesislere alınmadı" gibisinden haberler.
Aslında bu bir yerde bizim ne kadar kötü olduğumuzu gösterir. Çünkü bir teknik direktörün genç bir oyuncuya şans tanımadığını ve basının da bunu pek matah bir şeymiş gibi göstermektedir. Bu tür şeylere iyi diyemeceğimi biliyorum.
Neyse biz gelelim Aykut'a...
Aykut, bu cümleleri olur da okursan...
Bak şunu unutma Aykut, burası Türkiye. Burada herşey gündeliktir. Şu anda başarılısın ama 1-2 maçta kötü ol senin kelleni isteyeceklerdir. Onun için bunlara kanma sen sen ol.

29 Nisan 2010 Perşembe

Futbolcuların yeni idman yeri



Bugünkü gazetelerin magazin sayfalarını okuyunca İzzet Çapa'nın yeni yeri Circus'un ne denli özel bir yer olduğunu anladık.
Zaten böylesine ilginç gece kulüplerine olmayan özenim yazıları okuyunca iyice dibe vurdu.
Belki de suçlusu ben değilim de yazarların yazı kabiliyetlerinin az olmasıdır.
Neyse Circus'un açılışında gazetecilerimizin yanı sıra ünlü futbolcular da varmış. Beşiktaş'ın İtalyanı Matteo Ferrari, bedeni Eskişehir'de ruhu İstanbul'da olan Ümit Karan, hatta son haftalarda Galatasaray'ın yeni transferi (!) Aykut Erçetin de oralardaymış.
Gece kulüplerinde kıroca eğlenmeyi seven birçok futbolcumuza da Circus'un hayırlı olmasını diliyorum. Biraz marijinal olabilmeyi beceren ya da o imajı vermek isteyen bütün futbolcuların orada boy göstereceğini düşünüyorum.
Magazin muhabirlerine de geçmiş olsun... Kapısında bekleyecek yeni bir mekan daha çıktı.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Paranın gücü

Biraz gecikmeli de olsa, unuta unuta geliyor yazılarım...
Bu uyuşukluğum ve unutkanlığım için özür dilerim.
Şimdi başlayalım.


Modanın ve lüksün önde gideni Louis Vuitton'un bir kampanyası vardı. Önce aya çıkan Neill Armstrong ve ekibi ile işe başladılar. Daha sonra Sean Connory, sahne aldı. Derken Madonna'nın 18'lik hali falan...
En son kampanyada ise futbol tarihinin 3 önemli ismi Pele, Maradona ve Zidane yer alıyordu. Bu üç ismin en önemli özelliği takımlarına Dünya Kupası kazandırmış 10 numaralar olmasıydı.
Eğer futbolla biraz ilgiliyseniz bilirsiniz, Maradona ile Pele arasında kıyasıya bir çekişme vardır. Hangisi daha iyi diye uzun yıllardır bir kıyaslama yapılır durur. Ben ise, dönemlerin farklı olduğunu düşünüp herkesin "dönemin adamı" olduğunu düşünmüşümdür.
Neyse fotoğraflarda Fransız efsanesi Zidane ile Pele maç yapıyor. Maradona da taktik veriyor langırt masasının yanında. Kimin kazandığını LV yetkilileri söylemiyor. Bence daha genç olan Zizou götürmüştür Pele'yi. http://www.louisvuittonjourneys.com/legends/ adlı internet sitesinden 17 Mayıs'ta açıklanacakmış sonuçlar. Zidane, 51'e 49 oylamalarda önde gidiyor.
Maradona ile Pele arasındaki bu çekişme bazen sınırlarını aşmıştır. Laf dalaşına gelmiştir. Birisi ötekisine sallar, ötekisi kalkar yanıt verir falan...
Bu ikiliyi bir araya getirmek için gereken en önemli şey şüphesizki para! İtalya'ya olan vergi borçları nedeniyle her gittiğinde bir ganimetini kaptıran Maradona'nın bu teklife sıcak bakmaması için hiç bir sebep yok. Pele de bayağıdır sessizdi iyi bir yükselme basamağı olabilir. Hem ne de olsa Louis Vuitton dünya çapındaki bütün futbolcuların elindeki bir marka.

Gelelim paranın gücünün ikinci göstergesine....
Bir süre evvel eski futbolcu, günümüzün popüler yorumcusu Rıdvan Dilmen bir telefon dinleme/dinletme skandalına karıştı.
Daha sonra adının bahis skandalına da girdiği söylendi ama sadece söylenti olarak kaldı.
Rivayetlere göre Milliyet gazetesi yazarı Nilay Yılmaz ile sevgili olan Şeytan, kız arkadaşını dinletiyormuş. Klasik erkek kıskançlığı diye özetleyebileceğimiz, "Ulan bizim manitayı araklamasınlar" durumu argoca.
Daha sonra Ayşe Arman büyük bir gazetecilik refleksi ile Rıdvan Dilmen'in eşi ile röportaj yapmış. Ayşe Hanım gayet samimi bir şekilde "Rıdvan'a kırgın değilim" demiş. İlk gördüğümde şaşırmıştım. Sonuçta eşinizin sevgilisini dinlettiği manşetlerden veriliyor hem de Türkiye'nin en önemli gazetelerinden.
Daha sonra bir ağabeyim dedi bana, "İşte oğlum bak, paranın gücü budur işte. Kim bilir karısına nasıl paralar veriyordur ki, neler alıyordur ki, kadın bu tür imkanlardan mahrum kalmamak için, 'Rıdvan'a kırgın değilim' diyordur" dedi.
O an bir kere daha anladım. Para cidden her kilidi açan bir anahtarmış.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Bu bir twitter çakallığıdır



Ata Demirer'in "Eyvah Eyvah" filmi çıktığında büyük bir merakla gitmiştim. Ata Demirer'in içindeki oyunculuk, müzisyenlik, yazmak konusundaki içgüdülerin patlamış olduğu bir filmdi.
Ufak yeğenlerimi de alıp girmiştik sinemaya... Yayıldık koltuklara ve gülerek izledik filmi... Kahkahalarla hem de. Daha sonra yetmedi şimdiki sevgilim, o zamanki sevgili adayım olan güzeller güzeli sevdiceğim ile de gitmiştik.
İkinci kez izlememde de durum değişmemişti.
Kahkahalar...
Kaçınılmaz bir şekilde dilime dolanan 7.5 lira şarkısı. Fasulya'nın bu kadar pahalı ve yağlı olduğunu bilmiyordum.
Sonra Ata Demirer, twitter diye dönemin popüler internet sitesine üye oldu. Yazdıkları cidden komikti. Espirileri, paranoya serisi... Hepsi çok eğlenceliydi. Tabi buradan bol bol filmin propagandası da yapılıyordu. E bu normal diyebiliriz. Parayona serilerinin içindeki fotoğraflar sayesinde kendine gazetelerde de yer buluyordu. Tabi bunun içinde bol miktarda Eyvah Eyvah'ın adı geçiyordu.
Reklamlar, şarkı falan derken film de iyi gişe yaptı... Misyonunu tamamladı.
Derken, Ata Demirer twitter'dan kayboldu. Film gişesini yaptı, paralar kazanıldı, yapımcı mutlu edildi ve Demirer siteden ayrıldı. Bence ayıp oldu. Kendisini takip eden binlere ayıp etti. Gerilla taktiği ile bir görünüp kendi reklamını yapıp, adından bahsettirip, sonra da kaçar gibi gitmek Hüseyin Badem'e yakışmadı.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Garip adam




Los Angeles Lakers'a transfer olduğunda çok şaşırdım Ron Artest'in.
Enteresan bir adamdır Ron... Plak şirketi vardır, hip hop'a gönülden bağlıdır. Gider rapper'ları stüdyosunda ziyaret eder. Eleştirileri sevmez, gerekirse kavga eder...
İlginç saç şekilleri ile sevdi NBA camiası Ron'u.
Bu da son halinden bir poz....
Ne diyelim Ron. Allah akıl fikir versin. O müthiş savunma yeteneğin ile seviyoruz seni!

19 Nisan 2010 Pazartesi

Küllerden ricam



İzlanda'da patlayan Eyjafjallajokull Yanardağı'ndan çıkan küller nedeniyle, hava yolları büyük zarar uğramış durumda.
Inter-Barcelona maçı için uzay takımı Barcelona bile yollarda sürünüyor... Havaalanlarına tıkılıp kalan insanlar, beklemekten sıkılmış olacak ki, kendini yollara vurdular. Gezgin misali...
E hal böyle olunca insanlar bir yerden bir yerlere gitme konusunda sıkıntı yaşıyorlar.
Kül bulutlarımdan bir ricam olacak... Madem gittiğin yerden dönemiyorsun...
Beni şöyle hemencecik Jamaika'ya götürseler. Sevdiceğim ile birlikte deniz kenarında bir süre tatil yapsak çok kıyak olur... Küllerden dolayı da dönemesem oralarda şöyle bi kaç yıllığına mahsur kalsam... Ne kadar güzel olur.

Ayıp ötesi!



Bazen tek bir görüntü herşeyi anlatır... Fazla söze gerek yok.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Vize mize, size bize

Ders çalışmanın ne kadar zor olduğunu unutmuşum. Üniversite hayatında okul anlamında pek bir önemseme yaşamadığım için ders çalışma konusuna pek hakim değildim.
Yapabileceğimi düşündüğüm ödevleri yaptım, zor olanları "seneye veririm" mantığı ile bıraktım.
Derken yumurta kapıyı geçti geldi dayandı başka bir yanıma. E hal böyle olunca, insan ister istemez, bir anda herşeyi yapabiliyor.
Ders çalıştım, ödev yaptım, sınavlara zamanında gittim.
Geciktiğim zaman yolda hız sınırlarını aştım.
İnsanlarla tartıştım.
Yapmayı hiç düşünmediğim radyo programını bile yaptım. Bu arada radyo programı yapmanın ne kadar zor olduğunu gördüm. Allah öğrencilere sabırlar versin.

Bn



Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener ile Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören arasında bir "bn" tartışmasıdır sürüp gidiyor.
Bir rivayete göre "bn" mesajını atan Demirören'e, Profesyonel Disiplin Kurulu'ndan 15 günlük bir ceza geldi.
Bu sebepten dolayı İnönü'ye gitmeyen Demirören bu maçı da başka bir yerde izleyecek. Şimdi benim bu konu hakkında merak ettiğim bir şey var.
Yıldırım Başkan'ın mazereti, "Orada bn'yi ben kelimesinin kısaltması olarak kullandım. Mahmut Özgener onu küfür sandı, bana ceza verdi."
Mahmut Başkan'ın ceza verme sebebi ise, "Yıldırım Demirören, bn'yi küfür olarak kullandı. Federasyon yetkilisine küfür etti ceza verdim."
Şimdi gelelim beni gıcık eden noktaya.
Mesajı atan Yıldırım Demirören'in mesajı bir sms boyutuna yani 140 karaktere sığdırmasına gerek yok. Kendisinin kontür, mesaj kullanım aşımı, çift sms parası ödemek gibi bir çekincesi olmamalı... Kazancı, vizyonu ile 1 sms'in hesabını yapacağını sanmıyorum.
Mesaj atarken bu tür şeylere dikkat etmez herhalde Yıldırım Demirören.
Bir ikinci ihtimal daha var, mesaj atma konusunda deneyimsizlik. Ama böylesine önemli mesajlar atarken yanına bu işi becerebilecek insanlar olmalı. Yoksa sonra mazallah ilginç sonuçlar ortaya çıkabilir!

12 Nisan 2010 Pazartesi

Lacoste değil, Bursa timsahı



Süper Lig'de lider konumda bulunan Bursaspor çılgınlığı her yerde... Yeşil beyazlıların yıldızlaşan gençlerinden Ozan İpek, uefa.com'un manşeti olmuştu. Sercan Yıldırım ve Volkan Şen bugün NTVSPOR'un konuğuydu.
Ülkedeki birçok insan tuttuğu takımın şampiyon olmaması halinde alternatif olarak Bursaspor'u düşünüyor.
Ayrıca Ertuğrul Sağlam'ın da geçen sene Bülent Uygun gibi bir hataya düşmeyip sessiz kalması, hem Sağlam'ı hem de Bursaspor'u daha sevilebilir bir hale getiriyor.
Geçen sene Sivas halkını zorla stada getirmeye çalışan Sivasspor Yönetimi'ne inat, bütün Bursalılar maç günleri takımlarını desteklemek için stadın oraya doluşuyor. Bu sene canlı bir şekilde Bursaspor maçı izleyemediğim için de ayrıca üzgünüm. Eğer Bursaspor şampiyon olursa bunu kendimde büyük bir eksiklik olarak göreceğim.
Yalnız Bursa halkında olan inanmışlığın en üst seviyeye çıktığını şuradan gördüm. İnternette gezerken gördüm, Bursasporlu bir fırın, timsah şeklinde pasta yapmış. Statlarda da görüyoruz. İnsanlar ellerinde timsah oyuncakları ile stada geliyorlar. Takım kazanınca "timsah yürüyüşü" yapıyor.

Aklıma bir dönem Abercrombie gibi suyu çıkmış Lacoste geldi. Çakma piyasasının gözdesi olan bu timsah logolu ürünlerin pabucunu dama atmış gibi görünüyor!

9 Nisan 2010 Cuma

Dünyanın çivisi henüz çıkmadı diyorsanız bir de bunu okuyun!




İngiltere'de Polonyalı olduğu sanılan bir şahıs, eşi ile birlikte bir pub'a giderler. Yerler içerler, yuvarlarlar alkollü içeceklerini. Buraya kadar herşey normal. Polonyalı abimiz, taksiye biner, alkollü kullanmaz arabasını. Buraya kadar da herşey güzel.
Ancak herşey buradan sonra başlıyor. Parası çıkışmadığı için Polonyalı abimiz, taksiciye, "Sen bizim hatunu al bizim eve götür, işi bitirin, halvet olun. Taksi parasını da almayıver bizden" diyor.
Al işte!
Alkollü araç kullanmayor diye takdir ettiğimiz bu Polonyalı bir anda ensesine sağlam bir tokat patlatılası bir adama dönüşüveriyor.
Yani git gide ilginç haberlerin olduğu dünyamızda sanırım bu tür şeyleri görmeye daha devam edeceğiz gibime geliyor. Ne diyelim keşke bu Polonyalı, Travis gibi bir taksiciye denk gelseydi.

8 Nisan 2010 Perşembe

Yeni forma, yeni reklam



Yeni bir Liverpool olması temennisiyle...

Trapattoni'nin pek zor olmayan anları




Milli Takım için adı geçen isimlerden birisiyi Trapattoni. Kendisinin kazanmadığı kupa, tatmadığı başarı yok. Dünyanın önde gelen antrenörlerinden birisi olan İtalyan hoca, geçen gün İtalya'da teknik direktörüleri zor duruma düşürme konseptine sahip malum programa konuk olmuş.
Fotoğraflardan bakınca kendisinin bu konudada bayağı bir deneyimli olduğunu görüyoruz. Ne diyelim Gio, Allah bereket versin :))

Jay Leno'nun şovunda Conan O'Brian vardı


Conan O'Brian'ın ne denli komik olduğunu her izlediğim programında bir kez daha gördüm. New York'tan Los Angeles'a taşınmasından sonra program daha eğlenceli bir hal almıştı.
Bu komik adamın programı daha sonra tecrübeli Jay Leno'ya yenildi. 45 milyon dolarlık bir tazminat alan O'Brian, yoluna devam etmişti.
Geçtiğimiz günlerde Jay Leno'ya konuk olan Slash'in göğsünde Conan O'Brian'ın ekranlara geri dönmesini destekleyen "Team Coco"nun rozeti bulunuyordu.
Yaşlı kurt Jay'in bence bu aralar bir göz muaynesinden geçmesi gerektiğini kendisine iletiyorum..

5 Nisan 2010 Pazartesi

Free Weezy




Malum şu anda popüler olan rap dünyasının ağır abilerinin hepsinin kariyerinde hapse girip çıkmak çok normal birşey. Ama malesef ki yeni nesil rap yıldızlarının böyle şansı olmadı. Kendilerinin birçoğu temiz ailelerden gelip yıldız mertebesine ulaştıkları için hiç mapus yüzü görmemişler.
Annesinin sıkılmaması için "kız arkadaşı bul" tavsiyesinin suyunu çıkartıp, ilk sevgilisinden çocuk yapan Lil Wayne şu sıralar hapiste.
Yüzü unutulmasın diye birçok klip çekti. Televizyonlarda yakın zamanda bu kliplerin dönmesi yakındır. Belki bizim müthiş Türk müzik kanalları yayına başlamadı ama yurt dışında klipler dönüyordur.
Neyse biz konumuza dönemlim. Bir süre boyunca piyasadan uzak kalacak Lil Wayne'in plak şirketi, "Free Weezy" tişörtü ile bu dönemden olabildiğince kar etmeyi düşünmüş.
Vallahi helal olsun. Reklamcılık derslerinden hatırladığım kadarıyla buna gerilla pazarlama taktiği deniyordu. Kendilerine tebriklerimi sunuyorum...

1 Nisan 2010 Perşembe

Üvey evlat




Şampiyonlar Ligi'nde müthiş bir Arsenal-Barcelona maçı izledik. Son yıllarda izlediğim en harika maçlardan birisiydi. Geri dönüş anlamında çok büyük bir başarıya imza attı Arsenal.
Ama dün gece bir maç daha oynandı Devler Ligi'nde. Inter-CSKA Moskova. Her iki maçı da aynı anda izleyebilen şanslı azınlıktan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki, gözümü öteki ekrana kaçırdığım anlarda Inter'in de müthiş bir oyun sergiledi. Takım olarak çok iyi oynuyor bu yıl Mourinho'nun aslanları.
CSKA Moskova'nın da buraya kadar gelmesinde en büyük pay şüphesiz ki kaleci Akinfeev'e ait. Genç kalecinin bence yuvadan uçma vakti geldi de geçiyor...
Ne olursa olsun herkes yarın sabah Arsenal-Barcelona maçını konuşacak ama bence madalyonun öteki tarafında yer alan Inter-CSKA maçını unutmamak lazım. Girilen onca gol pozisyonu, Milito'nun şık vuruşu, Akinfeev'ın akıl almaz kurtarışları... Olaya farklı yönden bakmak gerek sanırım.