31 Ocak 2010 Pazar

Köfteci Bülent



Beni yakından tanıyanlar bilir kırmızı ete olan düşkünlüğümü. Ne balığın o zihin açan fosforu, ne tavuk etinin sağlığı...
Hiç birisi beni ilgilendirmez. Canım kırmızı et çekti mi, ki şunu yazarken ağzım sulandı resmen, yemeden rahat edemem o derece yani.
Gelelim benim bu kırmızı et düşkünlüğümün bloga düşmesinden. Yazacak konu bulmakta herhangi bir sıkıntım yok. Sadece zaman ayıramıyorum bloga. Ama dün gece gittiğim Miller Music Factory ile ilgili deneyimlerimi de aktaracağım..
Neyse asıl konumuza dönersek.
Herşey perşembe günü başladı. Başımızın isot tadındaki belası olan Adil Hoca'nın dersinden kaldığımız için sınıfça Beyazıt'taki kampuse gittik. Önce bir güzel sınav olduk, sonra da çektiğimiz kısa filmleri teslim ettik. (Kısa filmi de eğer üşenmezsem, bloga koyacağım)
Güzel geçen sınavlar ve bizleri tatmin eden filmlerimizi kutlamak adına Fantastic Four gibi dört kişi gittik Taksim semalarına.
Öncelikli durağımız Köfteci Ramiz'di. Ama Ramiz Dayı'nın ızgarası bozulmuş. Sanırım kendisi Ezel ile ilgilenmekten dükkanı boşlamış. Birisinin asıl mesleğini hatırlatmalı dayıya.
Neyse baktık olacak gibi değil, Bursa Izgara'nın yolunu tuttuk. Hayatımda yediğim en güzel İnegöl köftelerden biri ile orada buluştum. Ardından gelen ikinci porsiyonla ruhum nirvanaya ulaşmıştı. O sırada yanımda oturan Ece'yi ise "Acaba bu ayı beni de yer mi korkusu" sarmıştı.
Neyse ki Ece'nin korktuğu başına gelmedi. Hep birlikte Nevizade'ye gittik. Küçük bir rakının ardından keyfim tam yerindeydi.
Gelelim cuma gününe. İşe gece gideceğim için gayet sıkılhan modunda evde oturdum. Akşam işe gittikten sonra HMT'deki yemeğin bana göre olmadığını anlamam sadece 1 salise sürdü. Hemen Burger King'in alo gelsin hattına yönelen parmaklarım sayesinde gece biraz soğumupş da olsa Big King yedim. Bu köfte karşısındaki ikinci zaferimdi.
Cumartesi günü ise dershaneden çıktık. Güzel geçen bir DGS denemesinden sonra (ki yaptığım matematik neti benim için gayet iyiydi) yine bi Fantastic Four oluşturduk. Bu sefer Capacity'deki Köfteci Ramiz'de denedim şansımı. Önce kaşarlısından istedik ama malesef burada da bir engelle karşılaştık. Kaşar bitmişti!
Bu ikinci Köfteci Ramiz şokundan sonra normal köftesinden yedik Ramiz Dayı'nın. Harbiden de süpermiş. Son dönemde neden bu kadar trendy olduğunu anladım Ramiz Dayı'nın.
Akşam olduktan sonra midemin gurultusu yine beni esir aldı. Bu seferki adresim Taksim Burger King'ti. Yanımdaki ekürim ise Özge. İkimiz de şöyle kallavi bir whooper'ı önce hüplettik, sonra da mideye inirdik.
Bu üç günlük süreçte de köfte konusunda engin deneyimler edindim. Ve bunu da sizlerle paylaşmaktan geri kalmadım.

28 Ocak 2010 Perşembe

Televizyonculukta devrim!



Bu hafta sonu televizyonculuk namına çok büyük bir olay gerçekleşiyor. İngiliz SKY Sports Kanalı, Arsenal-Manchester United maçını 3D ile yayınlayacak.
İnsanın ağzını sulandıran bu çekim teknikleri, Avatar filmi ile başladı. Büyük bir ihtimalle Oscar'ları silip süpürecek bu güzel çekim tekniğini biz de ülkemizde görmek isteriz.
E şimdi bir de Digitürk'ün ihaleyi 321 milyon dolara almasından sonra bizlerin de beklentisi oluyor. Ama son şu kupa maçlarından izlediğim kadarıyla git gide sıkıcı bir futbol izliyoruz.
Ligimizde yıldızlar yok. 3D için hani meşhur bi laf var, "Sanki salonunda oynanacak maçlar" diye. Kusura bakmayın da ben salonumu Sercan Yıldırım'la, Elano ile paylaşmak istemiyorum. Koca götlü Arda ile asla.
Ama kulüplerimizin isimsiz yıldızlarla çok süper futbol oynaması halinde şimdilik sabit gözüken bu fikrim değişebilir.
Herkese futbol!

Suçu iri kıyım olmak mı?



Shakira'nın son şarkısı radyolarda dönmekte.. İnsanın duyunca sesini açası geliyor şarkının da. Kadro kuvvetli ne de olsa. Timbaland gibi ne iş yapsa tutan bir prodüktör, Lil Wayne gibi son yılların en popüler ismi ve süper bücür ama süper seksi Shakira...
Şarkının ritmleri bildiğimiz klasik Timbaland'ın mamülü. İnsanı kendine çekiyor. Belki de bu iri arkadaşımızın şimdiye kadar 50 tane şarkısını dinlediysem, birçoğunda melodiler ve ritm aynı. Ama olsun. Dinletiyor adam kardeşim!
Neyse biz gelelim şimdi "Give up to me" şarkısına.
Şarkının klibinde eksik olan bir kişi var. O koca cüssesiyle Timbaland bas bas bağırıyor "Ben yokum" diye.
Onun sebebini de açıklayayım hemen. Bildiğiniz üzere Shakira dediğimiz afeti devran 1,50. Lil Wayne de 1,70 sularında seyrediyor. Timbaland ise hem enine hem boyuna geniş bir arkadaşımız.
Her iki isimle yan yana gelmeyerek aradaki boy farkını ortadan kaldıran Timbaland, sesi ile klipte yer almayı tercih etmiş.
Bence çok mantıklı bir hareket. Çünkü Shakira ile yan yana geldiklerinde Shakira'yı Timbaland kadar gösterselerdi, çok büyük bir komedi olurdu.

21 Ocak 2010 Perşembe

Beğenerek okudum, siz de beğeneceksiniz umarım

Bugünkü Hürriyet'ten Kanat Atkaya'nın ve dünkü Akşam gazetesinden Serdar Turgut'un yazıları benim inanılmaz çok hoşuma gitti. Sizlerin de gideceğini umduğum için bloga koydum.
Normalde alıntılama yapmazdım ama bu seferlik deldik bu kuralı sizler için :)
Herşey blogger için. Herşey blogger için. Herşey blogger için. Herşey blogger için. Herşey blogger için.
Hahaha!

Günah keçisi Erman Toroğlu




EN kolayı günah keçisi bulmak.
Bakın Erman Toroğlu gitti, Türk Futbolu patladı bile.
Arda’nın şutları daha sert, Semih’in hava hakimiyeti arttı, Emre Belözoğlu kendini kaybetmiyor artık.
Ofsayt kaçırmıyor yan hakemler, tribünlerde küfür bıçak gibi kesildi.
Keçiboynuzu yazılarıyla yıllardır durumu idare eden spor yazarlarının hepsi birer Paul Auster oldu; o ne asil yazı tarzıdır öyle!
Dünyanın dört bir köşesinden Turkcell Süperlig’i ülkelerinde yayınlamak isteyen kanal yöneticisi yağıyor memlekete.
Messi, Rooney, Torres, Lampard, Drogba gibi yıldız isimler “Ya Türkiye’de oynarım ya da ben bu topu bırakırım arkadaş!” diye isyan bayrağı çekti.
A Milli Takım Teknik Direktörü olmak için Jose Mourinho ile Sir Alex Ferguson kapıştı. Mourinho, “Para istemiyorum yeter ki o değerli ülke futbolunu bir tanıyayım, deneyim kazanayım, kurban olam” dedi.
Erman Toroğlu gitti ya, artık her şey güllük gülistanlık oldu futbolumuzda.
Herkes efendi, herkes uzman, herkes dengeli, herkes futbolu iyi analiz ediyor.
Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu’nu izlemeden pazar akşamı sayfa bağlayamayan gazeteler de bu gidişten sonra Japonya gazeteleri gibi 4-5 milyon satmaya başlar artık.
Hey, hey, hey! Artık Dünya Kupası da bizim sayılır...
Ne diyeyim ki ben bu duruma?
Beğen beğenme, kız kızma; Erman Toroğlu’na şu anda reva görülenler utandırıyor beni.
Yolları ayırmanın o kadar medeni yöntemleri varken; arkasından teneke çalınacak bir ortam yaratmak...
Ayıp, daha ne diyeyim.

Neden sanat eseri değil?



THY beni çok gururlandıran bir adım attı ve dünya devi Barcelona (Barça) futbol takımına resmi sponsor oldu. Artık takım dünyada her maç yapacağı yere THY ile uçacak. Barça'yı yönetenlerin anlattığına göre bir kez uçmuşlar THY ile ve sunulan hizmetin kalitesine şaşırıp bu ortaklık için karar almışlar. Gayet tabii ki bu gelişme THY'nin bir dünya markası olarak yerini sağlamlaştırmakta attığı çok önemli bir adım da...
Ziyaretimize denk geldi, ilk gece Barcelona-Sevilla maçını seyrettik. Doğal olarak bizim grup da Barcelonalı'ydı. Zaten THY ile yeni işbirliği dönemi olmasaydı da Barcelona'da yapılan bir maçta karşı tarafı açıkça desteklemek pek akıl karı olmasa gerek. Bazı arkadaşlar soğuğa rağmen maç boyunca Barça formalarıyla oturdular. Onlara bakınca ben üşümeye başladım. Skor levhasının altında maç boyunca THY'nin adı gözüktü, saha kenarındaki panolarda da zaman zaman THY adı vardı. Devre arasında çekiliş yapıldı ve bir şanslı, uçak bileti kazandı. Görünen o ki; Barcelona ile birlikte THY'nin zaten yükselmekte olan dünyadaki marka olarak tanınma oranının daha da artacağı kesin. Birlikte yediğimiz yemekte Genel Müdür Temel Kotil'i gelişmelerden çok heyecanlı ve şevki yüksek durumda gördüm. İşini iyi yapıyor olmanın verdiği huzuru da yaşıyordu. Bu da belliydi.
Harika bir geziydi. Ama ben şimdi diyorum ki keşke o gece maçı seyretmemiş olsaydım. 90 bin kişilik dev stat çok güzeldi, seyirci çok kaliteliydi ama o maç benim hayatımı değiştirdi. Kendisiyle ilgili bir skandal yaşamış olduğum Orhan Pamuk'un o güzel kitabının açılış cümlesinde 'Bir kitap okudum hayatım değişti' yazmıştı. Ben de onu hatırlayarak artık 'Bir maç seyrettim hayatım değişti' diyorum. (Skandalın ne olduğunu ise biraz sonra açıklayacağım.)
Bu yönümü fazla yazmadığımdan bunu hiç kimse bilmez ama ben hayli tecrübeli bir futbol seyircisiyim. 6 yaşımdan bu yana statta izlediğim maçların sayısı yüzlercedir. (Sadece abartma sanılmasın diye binlerce demekten kaçındım). Barcelona-Sevilla maçını izlerken şaşkına döndüm. Eğer futbol oysa o zaman bizde oynananın adı nedir ki?.
Bu kadar şıklık ve stilli bir oyun görmemiştim ben. Üstelik tecrübeli spor yazarları Barcelona'nın o gece formunun tam olmadığını söylüyor. Formları bir de tam olsaydı o zaman şaşkınlıktan küçük dilimi yutardım herhalde. Her zaman istenildiği gibi sonuçlanmasa bile sahada yapılan her hareket üzerinde düşünülmüş ve amacı belli bir şıklık içeriyordu. Maç boyunca bana göre bir tane bile içi boş hareket yapılmadı. Adeta maçın koreografisi önceden yapılmış gibiydi. Buna bir de usta oyuncuları ekleyince ortaya tam anlamıyla bir şölen çıktı.
Maçı izlerken istemeden bizim halimizi de düşündüm. Takımlara dökülen onca paraya, bu kadar vefalı ve ateşli taraftara rağmen bizim takımlarımız bizlere hiçbir zaman o gece sahada gördüğüm türde şık ve stilli futbolu veremediler.
Ha tabii ki bizde de bireysel şık hareketler oluyor, maçı almak hırsıyla oynanılıyor ama burada ben futbolun bir sanat haline dönüştürülmesinden bahsediyorum. O gece statta sadece bir maç değil, sanat gösterisi vardı. Çok tatmin ediciydi ve tabii ki gurur duyan, dayanışma içinde olan seyircisi de oluşmuş Barcelona'nın. Takımı gibi stil sahibi olmaya, şık olmaya uğraşıyor taraftarları.
Maç boyunca atılan tek pas bile boşa gitmedi, hepsi de planlanmış vuruşlardı. Atılan her depar planlı ve amacına uygundu. Bu sanat şölenini ortaya koymak için çok disiplinli çalışmışlar, bu belliydi.

3 BÜYÜKLER UTANSINLAR
Şimdi soruyorum; Beşiktaş'a, Fenerbahçe'ye ve Galatasaray'a. Taraftarınızın size verdiği onca emeğe karşın sizler niye öylesine bir performans sergileyemiyorsunuz ki, neden sizde futbol bir sanat gösterisine dönüşemiyor? Seyirciniz Barça seyircisi gibi neden şanslı değil?..
Maçtan sonra arkadaşlardan bir tanesi Beşiktaşlılar'a takılmak için yanımıza geldi ve 'Maçı izleyen arkadaşlar Barcelona'yı Fenerbahçe'ye benzettiler' dedi... Takılmasını hoş bulmakla birlikte dayanamadım. Kendimizi hiç kandırmayalım arkadaşlar. Türkiye'de hiçbir takım seyirciyi böylesine büyüleyecek bir oyun oynayamıyor. Bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir bence. Bu görüşüm herhangi bir takımımız bir gün Barcelona'yı yense bile değişmeyecek. Çünkü bizler belki yenmeyi biliyor olabiliriz ama futbolu sanat haline getiremedik bir türlü. Ne demek istediğimi anlamak için Barça'nın tek bir maçını izlemeniz yeter de artar bile.
THY'ye tekrar teşekkür ediyorum. Yeni sponsorluğunuz ile hem bana gurur verdiniz hem de beni zevkle taraftarı olacağım bir büyük takımla tanıştırdınız, sağolun.

Seni ıskalayamazdım Ağca



Bir adam düşünelim. Türkiye'nin en önemli gazetecilerinden birisini öldürüyor. Daha sonra da dünyanın en yaygın dinlerinden birisinin ruhani liderini öldürmeye teşebbüs ediyor.
Daha sonra da yapmadığı şaklabanlık kalmıyor. Kendini peygamber ilan etmeler, devamlı aynı şeyi giymeler, mektup dağıtmalar falan derken ipin ucu kaçıyor.
Bu kişi daha sonra hapisten çıkıyor.
Çıkarken sanki bir katil gibi değil de bir vatan kahramanı gibi ağırlanıyor. Hani bir nevi Polat Alemdar'ın halka karışması gibi bir şey.
Onlarca kamera, basın mensubu, yandaş, dalkavuğun olduğu yerde yine şovunu yapmayı esirgemiyor bu şarlatanımız..
Maviler içinde geldim sana ey özgürlük kıvamındaki hareketleri insanın midesini kaldırmaya yeter de artar.
Daha ilginç olan şeyler ise tv ve gazetelerde yer almaya başladı. Televizyonlarda izlediğimiz kadarıyla kendisi devamlı lüks arabaların içinde. Yanında devamlı korumaları var. Bu imkana nasıl sahip oldu? Bu ilk sorumuz.
İkinci sorumuz ise bu tür saçmalıklara ne zaman son vereceği... Yok Hollywood'dan teklif almış, kardinal olması için para teklif edilmiş. Onlarca gereksiz şeyin sadece ünlü olma budalalığından geldiğini düşünüyorum. Yanılıyor muyum?

Sen unutulmaya mahkumsun!



Snırım dünya üzerindeki on binlerce erkek, Mariah Carey evlenmeyi kabul eder. Tamam kendisinin insan üstü memeleri, aşırı fazla parası, ünü, tanınırlığı çok fazla. Bunların hepsi Mariah'ı kabul etmemiz için ayrı ayrı etmenler, ha bir de sesinin güzel olduğunu unutmayalım.
Böylesine bir kadınla evlenmek her dünyalı erkeğin hayalidir. Ancak Nick Cannon bu işi abarttı biraz sanırım.
Evlendikten sonra yaptığı açıklamalardan sonra kendisini arayıp, "Biraz adam ol ulan. Ne bu halin böyle. Git gide karı köylü olmaya başladın" demek geldi içimden ama Türkiye'den Amerika'yı aramak biraz tuzlu onun için çekindim.
Neyse şimdi gelelim Nick Cannon'a neden laf getirdiğimize. Kendisi de az buçuk ünlü olan Cannon ile Mariah Carey, Golden Globe 2010'a katıldılar. En çok konuşulan şeylerden birisi de Carey'in göğüsleriydi. Cannon'un buna ses çıkartmasını beklemiyordum zaten. Ne de olsa kendisi bir Hollywood erkeği. Ama ertesi gün gazetelere bakarken resimlere baktım ya bizim Türk basını Nick Cannon'u tanımıyor, ya da kendisi o kadar silikki, ismini yazmaya değer görmemişler.
Bir de Eminem'e haddini bildirmekten bahsediyor Nick abimiz. Bence kendisi gitsin önce a4 köpek eğitimlerinde biraz çalışsın. Eğer o Alman kurtlarına söz geçirirse Eminem'le kapışabilir.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Makamda ziyaret



Kendine ait bir prodüksiyon şirketi bulunan basketbolun hırçın yıldızı Ron Artest, yeni albüm çalışmasında olan The Game'i ziyaret etmiş. Çıkardığı kavgaların ardından durulan ve Los Angeles Lakers'ta güzel günler geçiren Artest, sokak basketbolunda gayet iddialı olan The Game'i R.E.D isimli yeni albümü için başarılar dilemiş.
Baron Davis ile kanka olan The Game de bu buluşmayı twitter profilinden paylaşmış. Yalnız şu dikkatimi çekti 2,01'lik Artest'in yanında The Game hiç de kısa kalmamış.

17 Ocak 2010 Pazar

Müfettiş Gadget



Çarpık bir ilişki içinde olan bir arkadaşımın ısrarı üzerine hayatım boyunca yapacağım en ilginç şeylerden birisine imza attım...
Gece aslında herşey çok normal bir şekilde başlamıştı. Arkadaşlarımla biraz gecikmeli de olsa güzelce eğlenmeyi düşünüyorduk ama o çarpık ilişkili arkadaşımdan gelen mesaj bütün gecemin kaderini değiştirdi.
Bir hayli ilginç olabileceğini düşündüğüm bu olayın içine balıklama atladım.
Benim için bir hayli kıymetli arkadaşlarımı da bu ilginç deneyim için harcadıktan sonra Indigo'ya doğru yola çıktık. Bir hayli çekici bu arkadaşımla yaptığımız Indigo yolculuğunda bu arkadaşımın sevgilisini aradık.
Kafamdaki full-cap'i aldıktan sonra içeride gezen arkadaşımın durumu bir hayli komikti. Kendisinin benim yanımdan ayrılık sevgilisini her aramaya gidişinde ben gülmekten ölümün eşiğine geldim defalarca.
Hatta bir ara o kadar çok güldüm ki, yanımdaki kız neden bu kadar güldüğümü anlatınca o da gülme krizine girdi.
Neyse beklentilerimiz boşa çıktı. Aradığımızı bulamadık. Sanırsak ki sevgilisi arkadaşımı faka bastırdı ve Indigo diye başka bir yere gitti.
O geceden hatıra olarak da boynuma plastik bir tekila bardağı astım. Şimdilik bu yeni aksesuarım ile arzı endam ediyorum. Kendimce eğleniyorum.

14 Ocak 2010 Perşembe

Tutulmayan sözler..



Fotoğraf Obama'nın 2009'un nisan aylarından. Bağdat'taki askerlerle konuşuyor. Büyük bir ihtimalle de, "Korkmayın askerler. Birkaç yıl içinde çıkacağız Irak'tan. Bitecek bütün bu çile" diyordur.
Ama gelin görünki Amerika'nın ilk siyahi başkanı bu sözünü tutmadı. Bununla da yetinmedi daha çok asker gönderdi.
Seni desteklediğim için üzülüyorum Obama biliyor musun? Nereden biliyorsun bu blogtan haberin bile yoktur büyük bir ihtimalle. Hoş kendisi son dönemlerde blogların insanları yanılttığını söylemişti. Kendisi milyonları yanılttı, bundan haberi var mı acaba??

321 milyon dolar



Yukarıdaki sayı Süper Lig'in yayıncı kuruluşu Digitürk'ün her yıl kulüplere ödeyeceği para miktarı. Ligin bu kadar edeceği konusunda şüphelerinin olduğunu zaten Digitürk Genel Müdürü Ertan Özerdem de söyledi; "Üzülerek söylüyorum ki futbolumuzun değeri şu anda bu etmemektedir. Ama ümitli olmasak bu kadar büyük bir para önermezdik. Bundan sonra daha çok sesimiz çıkacaktır. Bu kadar para veriyorsak, kalite konusunda daha çok beklentimiz olacaktır."
Sondan başladık bu yazıya... Çünkü ödenen paranın tamamını hesaplayınca 1 milyar doları geçiyor.
Kapalı zarf turundan sonra yapılan açık arttırma bir hayli sıkıcıydı. En az 50 bin dolar olan arttırma işin git gide uzamasına neden oldu. İzlerken aldığım notlardan yola çıkarsak, ilk başlarda Türk Telekom büyük bir hırsla kopartma peşindeydi. Bu konuda tecrübeli ve soğukkanlı olan Digitürk, gayet sakindi. Telekom, acil gole ihtiyacı olan takım gibi saldırmaya başladı. Ancak beklediğini bulamadı. Telekom'un atakları karşısında sakinliğini yitirmeyen Digitürk yetkililerinin en büyük avantajı Mehmet Eminkaramehmet'ti.
Paranın sahibi olan Karamehmet'in orada olması Telekom adına büyük bir üstünlük avantajıydı. Sık sık mola alan Telekom'un bunu yapmasının sebeplerini kendimce aşağıda sıralıyorum ve yazıyı bitiriyorum;
1- Taktik değiştirmek için.
Televizyonda gördüğüm kadarıyla fiyatları söylemeyen kişi devamlı telefonda birileriyle mesajlaşıyordu. Sanırım buradan gelen taktikler doğrultusunda birşeyler yaptılar.
2- Rakibin dengesini bozmak için.
Karşılarında patronun bulunduğu bir ekiple karşılaşmak kolay değildi elbette. Rakibin bu tür ihalelerde aşırı deneyimli olduğunu düşününce karşı tarafın dengesini bozmak için bu tür bir yöntem seçilmiş olabilir.
3- Çok sık su içtikleri için.
Kolay değildi. 4 saat boyunca oturunca Jennifer Lopez olsa, kıçı dümdüz olurdu. E bu insanlar da otur otur susamışlardır. 4 saatte kendimden pay biçersem temiz 3 litre su içerim. Bunu da içinde tutmak kolay bir şey değil. Telekomlu çalışanların sanırsam böyle çok su içince sıkışmalar oldu ve bol bol wc için mola istediler.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Yeni yılda en çok bunlara güldüm


1 Ocak akşamı herkesin akın ettiği film olan Yahşi Batı'ya ben de gittim. Gayet de beğendim. İnsanların iddia ettiğinin aksine Cem Yılmaz'ın çektiği en iyi film olarak nitelendirebilirim. İnsanları güldürmekten ziyade, tebessüm ettirme üzerine çalışmış Cem abimiz. Gayet hoş bir film olmuş.
Aklınıza gelebilecek bütün kovboy filmlerine göndermelerde bulunmuşlar. Hatta son yılların en feminen kovboy filmi olan Brokeback Mountain'i de esgeçmemişler. Milletin Cem Yılmaz'a saldırma kültüründen olsa gerek bütün köşe yazarları topyekün saldırdı. Birkaçı hariç ama.. Onların haklarını yemiyelim.
Ama şu dikkatimi çekti filmde, nerede küfür edilse orada izleyenler gülüyor. Adam orada, "Neden durmuyorsun anasını bilmem naaptığımının evladı" diyor. Arkalardan "huaoahıaaüauhauha" diye gülüyor insanlar. Bunun aşılmasını ümit ediyorum.

Gelelim ikinci en çok güldüğüm filme. Biraz gecikmeli de olsa Hangover filmini izledim. Alan rolündeki Zach Galifianakis'e kahkahalarla güldüm. Tipik Las Vegas'ta çılgın bir gecenin enteresan bir anlatımı olmuş. Böyle güzel bir başka Las Vegas temalı film en son hafızamda twitter'ın aç gözlü insanı Ashton Kutcher ile Cameron Diaz'ın birlikte oynadığı What Happens in Vegas filmiydi. Mike Tyson'un da boy gösterdiği film gayet hoş izlenebilir, komik espirileri olan bir filmdi. DVD'cimin Türkçe dublaj kazığı ile birazcık tadı yavan gelse de hoşça zaman geçirdim, kesinlikle tavsiye ederim...

7 Ocak 2010 Perşembe

Gözün doysun!



Ashton Kutcher, Amerika'da düzenlenen People's Choise Awards'ta ödül kazanmış. Kendisini tebrik ediyoruz. Kelebek Etkisi haricinde başka hiç bir filmini izlemediğim genç oyuncu için salağın önde gideni diyorlar. Sadece tipi ile öküzlüğünü kapattığını düşündüğüm bu arkadaşın ödül töreninden sonra Jessica Alba ile birbirlerinin fotoğraflarını görünce bi şaşırdım. Telefonuna @aplusk yazmış. Bre deyyuz Ashton, ne diye twitter linkini yazmışsın. Gözün doysun dedim vallahi bu kadar takipçin var. Hala aç gözlülük ediyorsun Ashton.

Kaçan balık büyük olur mu



Adı Beşiktaş ile muhtelif zamanlarda anılan hatta siyah beyazlı takımın eski yöneticilerinden Celal Kolot'un anlaştığını açıkladığı Carlton Cole'un adı Arsenal ile anılıyormuş.
The Daily Mirror'un haberine göre forvet sıkıntısı yaşayan Topçular, gol yollarındaki sıkıntıyı gidermek için Cole'u transfer etmeyi düşünüyormuş.
Arsene Wenger'in yaş tahtaya basmayacağını düşünürsek, bu transfer olursa Beşiktaşlı eski yöneticiler çıkıp Yıldırım Demirören'in basiretsizliğine dem vuracaklardır.
Neyse olan olmuş, giden gitmiştir. Geriye kalan sağlar bizimdir felsefesi ile önümüzdeki maçlara bakalım diyorum..

6 Ocak 2010 Çarşamba

Googlephone




Google'ın teknoloji savaşlarında geri kalmayacağını biliyorduk. Dünya çapında en çok kullanılan arama motoru, Nokia, Iphone, Blackberry arasında ayrı bir kulvarda devam eden savaşta kendilerine bir cephe açtılar. Kendi teknolojileri piyasaya girdiler. Özellikleri konusunda herhangi bir bilgim yok. Araştırmaya üşendim diyelim :)
Ama bulursam koyacağım kimsenin şüphesi olmasın. Onun yerine fotoğraflarını koyuyorum. Bu yazıyı da http://www.dailymotion.com/video/x7q33a_the-game-ft-neyo-camera-phone_music eşliğinde okursanız, daha bi anlamlı olacaktır.

5 Ocak 2010 Salı

Dağ fare doğurdu



Snoop Dogg'un 2009'un sonlarına doğru yayınladığı 2010'da da adından bahsettirmeyi düşündüğü son albümü olan Malice n Wonderland'ı dün gece dinledim. Bütün bir albüm olarak değerlendirmek gerekirse, içinden bir şaheser çıkmayacağını düşünüyordum. Çünkü Snoop Dogg'un dönem dönem çok yüzeysel albümlere imza atması artık bir klasik haline geldi.
Ego Trippin albümünden farklı olarak birçok ünlü prodüktör yanındaydı Snoop'un. Timbaland, The Neptunes, Dr. Dre, The Dream ve Lil Jon gibi kekemeden bile rap yıldızı yaratabilecek kadar kabiliyetli bir prodüktör grubu vardı arkasında. Kendisine devamlı sataşıp duran Soulja Boy'u da "my nephew" diye yanına alması beni üzen şeydi. Ne olduğu belirsiz ufak tefek nigaracci'nin orada o albümde yer bulmasına şaşırmadım desem yalanın kuyruklusu olur.
Bu kadar ünlü ismin olduğu bir albümle Snoop'un büyük bir patlama yapacağını düşünürken beklentilerimin altında kaldı. Ha ama bu demek değil ki Snoop Dogg kötü gidiyor. Hayır albüm satışlarından gayet memnun olduğunu söylemiş Snoopy.
10 üzerinden not vermek gerekirse 6.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Surf tahtası



Helin Avşar'ın, Rasim Ozan Kütahyalı röportajında gözümüze gözümüze soktuğu Chanel çizmelerden sonra o markaya olan içimdeki en ufak sevgi kırıntılarını da kaybetmiştim. Ama kainat üzerinde aşık olduğum tek ünlü olan Lilly Allen'ın Chanel'in yeni yüzü olmasından sonra tekrar sempati beslemeye başladım. Ama bu gördüklerimle içimdeki Chanel sevgisi bir başka tezahüratları atmaya başlayabilirdim. İnsanın nerede ne karşına çıkacağı belli olmuyor.
Kanye West'in blogunda turlarken rastladım. Buyrun aramızda surf sporu ile ilgilenenlere... Fiyatları konusunda bir bilgim yok ama pahalı olduğu kanaatindeyim..