26 Şubat 2010 Cuma

Beni de tutuklayın



Son günlerde darbe planları içindeler diye emekli, hala görevde olan onlarca askeri göz altına aldılar. Bir bunun adını "balyoz" diye fişlediler. Fişleme deyince aklıma şu söz geldi, "Şimdiye kadar siz bizi fişlediniz, şimdi sıra bizde."
Şu laf aslında herşeyi özetliyor. Şimdiye kadar yaşanan herşey bunun altında gizli. Genellikle blogda eğlenip, kafamı dağıtıyordum. Ama bu kadar çok şey olunca insan kendini tutamıyor.
Ama ben ne yaptım ne ettim, oradan da kendime eğlenecek bir şey buldum.
Bu göz altına alınmaların ardından, öyle bir isim daha göz altına alındı ki bütün paşaları kaldırıp attı bence.
Tarkan'ın tutuklanması!!!
Evet, ülkemizin en gizli gaylerinden (ki gizliliği falan kalmadı bence açıklasın da kurtulalım diyorum cümle alem, ona aşık olup kendini kapatan kadınlar da boşa çıkar böylece) megastarımız, evinde bir kaç gram kokain, esrar gibi şeylerle yakalanmış. Ve evin içinde de bilimum kodamanların çocukları ile basılmışlar. Normalde bakarsanız yakalandıkları mamül, 12,5 gram.
Bence bir megastara yakışmayacak bir rakam. Kendisinin Türkiye'nin dışında da tanınırlığını da hesaba katarsak bence 100-200 gramla yakalanmasını tercih ederdim. Ha tabi ki Tarkan'ın da bi P.Diddy olmadığını göz önüne alırsak, 30-40 bence Tarkan'ın şanına yakışırdı.
Neyse başlığımıza dönersek, son dönemde popüler işlerin altına imza atan benliğimin bu tutuklanma serüveninde de kendisine bir rol bulmasını istiyorum. Ne yani şöyle gitsem F Tipi bir ceza evine kapatılsam. 5-10 tutulsam, sonra da hatasız olduğum anlaşılsa dışarı çıksam çok şukela olur vallahi.

Beni de tutuklayın

My birthday party




http://www.facebook.com/find-friends/?expand=pymk&ref=hpb#!/event.php?eid=344699684776&ref=mf

Herkesi bekliyorum

23 Şubat 2010 Salı

Göreviniz gol atmak

İNGİLİZLERİN futbolu icat etmesinden bu yana vazgeçilmez bir unsur oldu savunma oyuncuları.
Amaçları rakip takımın golcülerini durdurmaktı. Futbolun “total”leşmesinden sonra farklı misyonlar da yüklendi. Rakip kalede pozisyon bulmakta sıkıntı çeken teknik direktörler, hücum organizasyonlarına başka mevkide oynayanları da dahil ettiler; savunmacıları.
Forvet bile oynuyorlar
İş öyle bir yere geldi ki, oyunun sıkıştığı anlarda ileri gidip gol atma görevleri veriliyor. 2010’un ilk derbisinin oynandığı bu haftada savunma oyuncuları başroldeydi.
Ama bu sefer rakip forvetleri durdurmadaki başarılı performansları ile değil. Takımlarına kazandırdıkları puan ya da puanlarla ön plana çıktılar. Bu hafta biz de asıl görevlerini unutup, rakip kalede başarılı olan savunmacıları sizlere bir kere daha hatırlatmak istedik.

Tomas Sivok

Arda’nın golüne engel olamayan Sivok, 82. dakikada bu sefer Galatasaray kalesinde boy gösterdi. Topu filelere gönderen Beşiktaşlı yıldız, hatasını telafi etmeyi başardı.

Damien Koffi

Denizlispor’un direnişi devam ederken bu hafta yeşil siyahlıların tecrübeli savunmacısı takımının ilk golünü atarak Diyarbakırspor’u yıkan isim oldu.

Jan Rajnoch

Ankaragüçlü futbolcu, Vittek’in aşırttığı topa yaptığı vuruşla takımını Antalyaspor karşısında öne geçirdi. Yaptığı vuruş ise forvetlere taş çıkartacak nitelikteydi.

Muhammet Hanifi

Ankaragücü’nün savunmadaki bir diğer ismi olan Muhammet, takım arkadaşı Rajnoch’la bir oldu Antalyaspor’un tecrübeli golcüsü Veysel’in gollerine karşılık verdi

22 Şubat 2010 Pazartesi

Who is Hans Landa


Aslında kendisi Avusturyalı bir aktör. Dünya çapında pek tanınırlığı yoktu ama Quentin Tarantino'nun Soysuzlar Çetesi filminde oynadı ve bom!
Kendisinin adı Christoph Waltz. Fotoğraf da Bafta Film Ödüllerinden...

21 Şubat 2010 Pazar

Che'li Miccoli




Palermo'nun golcü yıldızı Fabrizio Miccoli'nin dövmesi üstte. Altta ise boydan fotoğrafı. İtalyanların daha çok sağ görüş eğilimli olduğunu hatırlatırsak bence Che Guevera dövmesi yaptırmak bence çok cesurca bir hareket.
Kendisinin kaşlarına bakarsak da orijinallik konusunda pek bir sıkıntı çekmediğini görüyoruz.
Bu arada Miccoli'nin 3-1 biten Lazio maçında 1 gol attığını da hatırlatalım :)

17 Şubat 2010 Çarşamba

Irak'ta bir 14 Şubat günü



Cehennemi günleri geride bırakmaya çalışan, ABD baskısını üzerinden atmaya çalışan Irak'tan 14 Şubat fotoğrafları...
Her ne kadar bizler gibi özgür olmasalar da onlar için de özel bir anlam taşıyor 14 Şubat.
Sevgilisi olmayan onlarca kişinin küfürlerle andığı Aziz Valentine'yi onlar ufak tefek şeylerle kutlamaya çalışıyor.

Taxi Driver 2




Postun başlığın girerken bile mutlu oldum. Çünkü böylesine güzel bir filmin ikincisini izlemek benim için büyük bir şans olur.
Martin Scorcese'nin bu kültü ile tanışma hikayemi anlatacağım sizlere...
Okuldaki en belalı hocalarımdan birisi olan Adil isimli şahısın yönetmen ödevi verdiği günü dün gibi hatırlıyorum.
İlk önce adını hiç duymadığım Rus bir ismi söyledi. Ben de bununla uğraşamayacağımı adını daha evvelden duyduğum (Martin Scorcese'nin ismini Entourage dizisinde duydum desem kızar mısınız bilmiyorum :))) Martin Scorcese'yi tercih ettim.
Araştırma yaparken internetten baktım ve filmin 1976 yapımı olduğunu öğrendim. Robert de Niro'nun filmle ilgili bir fotoğrafını görünce çok şaşırdım.
Nerede o mafya filmlerinde tetiği düşünmeden çeken, nerede Taxi Driver'daki Travis'in punk saçları.
Neyse filmi gazetemizin entel fotomuhabiri Emre abiden bulduk. Filmi izlemeye başladığımda gece 2 falandı. Bittiğinde 4'ü geçiyordu. Ertesi sabah filmi teslim edecektim. Filmi tekrar izledim ve ödevle ilgili yorumumu yazdım.
Ki Travis'in ayna karşısında tek başına konuştuğu, annesine yalanlarla dolu mektup yazdığı sahneler benim için unutulmazdı.
Neyse ödevi binbir güçlükle teslim edip, o dersten geçtiğimi öğrenince Martin Scorcese'yi bir kez daha sevdim.
Şimdi bu filmin ikincisinin çekilmesi fikri şahsen beni çok mutlu etti.

Güne Hiddink'le başlamak



Sonunda beklenen oldu. Türkiye Futbol Federasyonu, Fatih Terim'in gidişinin ardından dünya markası sayılabilecek bir teknik direktörler anlaşmaya vardı; Guus Hiddink.
Hollandalı teknik direktörün şimdiye kadar hem milli takımlar, hem de kulüp bazındaki büyüklüğünü biliyoruz.
PSV Eindhoven'le yarattığı efsane, G.Kore ile gelen dünya dördüncülüğü, Avustralya'nın ilk kez Dünya Kupası'nda mücadele etmesi, Rusya ile başarısı, 6 ayda Chelsea ile alınan 1 kupa diye böyle listeyi uzatabiliriz. Devamını çok isteyenler wikipedia'dan bakabilirler uğraştırmayın beni uleyn!
Neyse efendim dönersek Hiddink Amca'nın gelmesi üzerine yapılacak yorumlara. Evet federasyon gecikti. Teknik direktör bulmak için biraz fazla zaman kaybettik gibime geliyor. Ama Hiddink gibi başarıya endeksli bir ismin gelmesi ile bu eleştirilerimizin oklarını biraz körelteceğiz.
Hı hı evet kendisi büyük hocadır. Şapkadan tavşan çıkartmayı bilir. Geçen sene, Avram Grant'ın içine ayıptır söylemesi sıçtığı (kusura bakmayın küfür etmedim şimdiye kadar bu blogta ama İsrailli hocanın toptan anlamadığını 100 kişiyle tartışırım, hoş öyle birileri çıkmaz sanırım ama o güzelim takımı ne hale getirmişti) Chelsea'nin onun gelmesi ile birlikte Star Wars Barcelona'yı elemeye ne kadar yaklaştığını hepimiz dün gibi hatırlıyoruz.
Futbolcuların demeçlerine bakarsak, kendisi babacan birisi. İşte bu da tam bizim tipik Akdeniz insanına uygundur. Sorunlara arkadaş gibi yaklaşacak ama laubaliliğe yer vermeycek.
Bu tip özelliklere sahip, kariyeri top noktaya en az 10 kere ulaşmış bir teknik direktörü getirdiği Mahmut Özgener ve ekibine sonsuz kez teşekkür ediyoruz. Belki ligde başaramadılar, marka değerini arttırmayı ama milli takım bazında birşeyler yaptıkları kesin.

16 Şubat 2010 Salı

Come to my twitterland

Biliyorum blogla zaman zaman ilgilenmiyorum. Bırakıyorum öle nadasa kalıyor. Bazen yazacak birşey bulamıyorum, bazen zaman buluyorum, ne yazacağımı unutuyorum falan filan... Gibi bahanelerin arkasına sığınmaktayım.
Onun için her an her bişiyimi fütursuzca ifşa ettiğim tivıtır sayfama bekliyorum.
Korkmayın yahu ısırmıyorum.
Aynı bc6 orada da boy gösteriyor.
http://twitter.com/bbc6

15 Şubat 2010 Pazartesi

All-Star weekend


Üzücü bir mağlubiyet.


Tabi Kobe olmayınca, meydan bu King Kong'a kaldı.


Gözler seni aradı Kobe.


4 yıl sonra gelen MVP ödülü sevindirmiş Dwayne'i.



Chris Mullin, Magic Johnson, Patrick Ewing, Scottie Pippen... Hall of Fame'deki yerlerini aldılar. Onlardan mutlusu yoktur sanırım.


Shakira'nın nefesini kesemeyeceği erkek var mı???

İlk köşe yazım




Hürriyet gazetesinin Ankara bölgesi için hazırlanan özel ekin spor sayfasında, İstanbul BŞB-Ankaragücü maçı için kritik yazdım. Bu benim ilk maç yorumu deneyimim oldu. Onun öncesinde yine her salı olduğu gibi Hürriyet'in panoroma sayfasında Süper Lig'in ilginç istatistikleri üzerine yazılar yazıyordum. Altan Tanrıkulu gibi bu işin piri olmuş bir isim ve Kanat Atkaya gibi her kesime hitap edebilen yazarlarla aynı sayfadayım. Bu iki ismin olduğu yerde olmanın en büyük avantajı sanırım, "Hah Altan ile Kanat'ı okudum. Anam bu çocuk da kim. Dur bakıyım şu çocuk da ne yazmış" cümleleri sayesinde okunuyor olmam.
Yani kendimi o şekilde teselli ediyorum. Yoksa kimsenin okumadığını biliyorum :)

Uyumsuzluk

ANKARAGÜCÜ’nün devre arasında yaptığı transferler Avrupa basınında bile yer bulmuştu. Diğer taraftan İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un kadrosuna kattığı gençlerden kimsenin haberi olmadı. Ankaragücü’nün değeri 40 milyon Euro’lara ulaşırken, İstanbul BŞB ise ancak 24 milyon Euro’yu buldu. Baktığınız zaman aradaki sıklet farkı gün gibi ortada. Ama bunların hepsi kağıt üzerinde.
Tolga Özkalfa’nın düdüğü çalması ile birlikte iki takım arasındaki en büyük fark ortaya çıktı; uyum...
İstanbul BŞB, Süper Lig’e çıktığından beri kadrosunu devamlı genç oyuncularla yeniliyor. Buna rağmen Abdullah Avcı kime şans verse, hepsi nerede ne yapacaklarını gayet iyi biliyor.
Öte yandan Ankaragücü ise ‘uyumsuzluk’ konusunda bir başyapıt sergiliyor. Karma bir takımın İstanbul BŞB karşısında harikalar yaratmasını tabii ki kimse beklemiyordu. Üstelik oyuncuların Ankaraspor ile yapılan “güç birliği”nden etkilenmemiş olması da imkansızdı. Ama araya giren devre arası ve oynanan 3 maç bir şeylerin başlaması için yeterli bir süre bence.
Ankaragücü’nün haftalarca arayıp bulduğu(!) teknik direktör Roger Lemerre’in kerametini göstermesi lazım. Ama nerdeee.
Misal, futbolun en basit kurallarından biri olan “çizgiye inip içeri çevirme”yi maç boyunca neredeyse hiç yapamadılar. İstanbul BŞB savunmasını devamlı ortadan delmeye çalıştılar. Sonuca ulaşması imkansız olan bu taktiğe Lemerre’in müdahale etmemesi gerçekten çok ilginçti. Halbuki sol kanadını çok etkili bir şekilde kullanabilirdi sarı lacivertliler. Kadrosunda Monaco ile Şampiyonlar Ligi finali oynamış, Fransa Milli Takımı’nın formasını terletmiş Rothen gibi bir oyuncusu var.

Lemerre-Özat
Rijkaard-Neeskens’e karşı

GALATASARAY maçlarını takip edenler bilir, Rijkaard ile yardımcı antrenör Neeskens maçlarda oyuncuları uyarma görevini değiştirerek yaparlar. Ankaragücü’nde de Ümit Özat ile Roger Lemerre bunun farklı bir versiyonunu uyguladılar. Özat, maç boyunca kenarda hareketli taraftı. 90 dakika boyunca yerinde durmadı. Peki bu esnada Lemerre ne mi yapıyordu? Kulübenin kenarına yaslanmış, genç yardımcısını ve oyuncularını izliyordu.

Ne ses varmış be!

ANKARAGÜCÜ kalecisi Serkan’ı tebrik ediyorum. Ama sergilediği performanstan dolayı değil. Ha, kötü oynamadı Serkan ama benim tebrik ettiğim konu bambaşka. Tecrübeli kaleci maç boyunca arkadaşlarına bağırdı durdu. Defans oyuncularının ne yapması gerektiğini sık sık tekrarladı. Bunları yaparken, sesini bize kadar ulaştırması ise ayrı bir yetenek. Bazı pozisyonları görmek için dürbün kullanmak zorunda kalan basın mensuplarının bulunduğu o uzak yere sesini yetiştirdi ya, helal olsun!

14 Şubat 2010 Pazar

NBA All-Star weekend with Mr Oz


Türkiye'nin en ünlü siması. Rapper Common'la girdiği ikili mücadelede. Go Common!



Sayı kralı Rapaport



Chris Tucker, ne kadar yaşlanmış di mi??

13 Şubat 2010 Cumartesi

Olmaz, sensiz olmaz



Kobe Bryant'ın All-Star aktivitelerinde sakatlığı nedeniyle olamayacağını öğrendiğim andan beri bu hafta sonunun hiç bir özelliği kalmadı benim için.
Ki ben, NBA oyunlarımı aldığımdan bu yana Los Angeles Lakers harici bir takım olarak, Baron Davis'li Los Angeles Clippers'ı alacak kadar "westside" takıntılı bir şahıstım. Ha tabi bunda bir de Kobe'nin müthiş özelliklere sahip olması da var.
Daha önce de Hürriyet Spor ekinde de kendisinin ilginç geçmişini anlatmıştım.
Kobe yoktu tamam. Ama son olarak Allen Iverson'un da oynamayacak olması, artık bu organizasyonu gözümde bitirdi.
Sakatlığı nedeniyle All-Star'da bu süper ikilinin oynamayacak olması ipleri tamamiyle LeBron James'e verdi. Hadi bakalım çakma 23. Sahne senin...

11 Şubat 2010 Perşembe

Attention please



Türk Hava Yolları'nın ne denli büyük iş başardığını son bir kaç haftalık gazete arşivlerine bakarak anlayabilirsiniz.
Dünyanın en önemli hava yolu şirketlerinden birisi oldu. Dünyanın en önemli futbol takımı olan Barcelona'nın sponsoru oldu, Manchester United ile de anlaştı anlaşacak.
Bütün bunlar iyi güzel. Eski Kevin Costner'lı saçma salak reklam unutuldu.
İşler tıkırında anlayacağınız. Ancak geçen gün bir yürüyen merdivene reklamı konulmuş THY'nin.
Bu da güzel bir düşünce. Ne kadar görünürsen, o kadar akılda kalırsın. Ama burada bir gariplik var. O da uçağın ters duruyo olması. E tab elin gavuru kaçırmamış fırsatı, "Haha salaklara bak lan, uçağı ters koymuşlar. Bunların uçağı kesin düşüyordur (ki dönem dönem böle talihsizlikler yaşanıyor). Boşver binmeyelim THY'ye. Yaşasın Lufthansa!" diye geçirmişler.
Yazık oldu vallahi. Bu kadar büyük bir çıkış olunda şirketin böylesine dikkatsiz olması üzdü bizleri.
Neyse ki sonradan bunu görmüşler ve değiştirmişler. Twitter'da son gördüğümüz güncel haberlerde buna uyanan THY yetkililerinin hemen işe müdahale etmelerini de takdir ettik. Ama biraz geç kaldık :(

İlginç benzerlikler



Birisi Engin Günaydın. Komedinin kralıydı, Avrupa Yakası günlerinde en çok ona gülerdim.


Ötekisi de bir dönem tenis kortlarını altına üstüne getirmiş, Roger Federer'den önce borusunu öttüren Pete Sampras

10 Şubat 2010 Çarşamba

Kıroyum ama para bende




Galatasaray'ın Messi ile kıyaslanmaktan dillerde pelesenk olmuş yıldızı Arda Turan, git gide futbol yıldızı oluyor.
Bunun futboluyla alakası yok! Tamamiyle magazinsel...
Arda'nın eğer yanında akıllı birileri varsa, genç futbolcudan Beckham yaratabilirler. Çünkü Arda sadece spor sayfalarını süslemiyor. Magazin sayfalarının da başrolünde. Geçen gün sevgilisi Sinem Kobal için sinema kapattırdığı bütün gazetelerin magazin sayfasındaydı. Ama Jo'nun gece eğlenmesi spor sayfalarında, Brezilyalı oyuncunun ne kadar sorumsuz olduğunu göstermek amacında yer buldu kendine.
Arda'nın sinema kapattırması çok normal birşey. Seven insan kıskanır mantığından yola çıkarsak, parası olan birisinin bu tür şeyler yapması çok normal. Ama fotoğraflara bakınca, Sinem Kobal'ın yanında öyle takım elbiseli bir şekilde durması çok yakışıksız kalmış. İçindeki kolyesi falan... Kıroyum ama para bende diye bağırmakta Arda.
Yapma gözünü seviyim Arda. Kızcağız orda uggları ile gelmiş sen kim bilir yine onlarca Euro verdiğin takım elbisenle. Tamam belki kendi çapında prömiyer yaptınız ama sevgilinin yanında inanılmaz sırıtmışsın Arda.
Türkiye'nin en popüler futbolcusuyken, adın her yerde bilinirken böyle davranma.

9 Şubat 2010 Salı

Üşenmişlik

Uzun zamandır gazeteye yazdığım panaroma yazılarını bloga koymuyordum. Üşenmek de diyebilirsiniz :) Ki size yüzde 100 katılırım.
Neyse aşağıdaki yazıyla tekrar eski günlerine şahlandırmaya çalışıyorum blogu. Bu aralar okumayı, izlemeyi bıraktım her nedense. En kısa sürede bu alışkanlıklarımızla geri dönüyoruz. Paşa çayı bunu hak etmiyor. Biliyorum

Alışkanlıklar haftası

Futbol oynamanın imkansız olduğu sahalarda, mücadele ön plana çıktı. Takımların gol alışkanlıkları ise tavan yaptı.

BİR şeye alışmış olma durumu, alışkınlık, alışmışlık, alışkı, itiyat, huy, meleke, ünsiyet, yordam... İç ve dış etkilerle hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren şartlanmış davranış. Türk Dil Kurumu’nun resmi internet sitesinde “alışkanlık” kelimesinin karşılığı böyle verilmiş.
İnsanları zaman zaman zor duruma düşüren, kimi zaman da vezir eden şeydir alışkanlıklar...
Peki bunun futbolla ne ilgisi var?
Sahada futboldan çok, kora kor mücadelenin ön plana çıktığı, oyuncuların kazanma isteği, hırsı yüzünden sertleştiği bir haftayı geride bırakırken, takımlarımızın alışlanlıkları ön plandaydı. Kimisi bu iyi alışkanlıkları sayesinde paçayı kurtardı. Kimisi hastalıktan beter, alışkanlıklarının kurbanı oldu.
Süper Ligimizin 20. haftasında takımlarımızın yanı sıra ayrıca bazı yerler de kötü bir alışkanlığını devam ettirdi. Bu kötü alışkanlık, bir takımın canını fena halde yakmış durumda. Ve eğer bu durum tedavi edilmezse, birçok futbolcunun tehlike altında olduğunu da hatırlatıyoruz.
Bu hafta da devam eden alışkanlıkların bir listesini çıkardık...

Fenerbahçe-Diyarbakırspor

Daum’un Fenerbahçesi’nin en büyük özelliği son dakikalarda gol bulmak. Alman hocanın en iyi futbol felsefesinde daha önce açıkladığı gibi son düdüğe kadar mücadele etmek yatıyor. Bunu sarı lacivertlilerin attığı gol dakikalarına bakarsak da anlıyoruz. 76-90 arasında tam 13 kez gol sevinci yaşayan F.Bahçe, 14’üncüsünü de Diyarbakırspor karşısında kaydetti. Ancak bunda kırmızı yeşillilerin de payı yok değil. Diyarbakırspor da 76-90. dakikalarda gol yemeden yapamıyor.

Kasımpaşa -Antalyaspor

Kasımpaşa’nın bu sezon 76-90. dakikalar arasında 12 gol yemesi, daha üst sıralarda olmasına engel oldu. Ancak burada Antalyaspor’un başka bir alışkanlığı ortaya çıkıyor. Kırmızı beyazlılar, maçların ikinci yarısında 16 kez gol sevinci yaşadı.

Trabzonspor-Manisaspor

Şenol Güneş’in gelmesiyle birlikte Trabzonspor’un yakaladığı çıkış, bordo mavili taraftarları coşturuyor. Yükselişini devam ettiren Trabzonspor’un sırrı maça istekli başlamalarında yatıyor. Güneş’in öğrencileri, bu sezon ilk 45 dakikalık dilime tam 23 gol sığdırdı.

Sivasspor-Denizlispor

Son haftalarda bir kıpırdanma halinde olan Sivasspor, Denizlispor karşısında golü 46. dakikada, Erman’ın ayağından bulmuştu. Kırmızı beyazlıların, 46-60. dakikalar arasında 9 kez gol sevinci yaşadığını görüyoruz.

Kadıköy Şükrü Saracoğlu

Gazetemizde bir haber çıkmıştı; “Uğur ve Sercan’dan sonra kurban kim olacak” başlıklı. Bu haberimize yanıtı pazar gecesi bize Şükrü Saracoğlu Stadı verdi. Saracoğlu, oyuncu sakatlama alışkanlığını Özer ve Lugano ile sürdürdü.

6 Şubat 2010 Cumartesi

O, şimdi ne yapıyor?



John Terry'nin Chelseali futbolcularla birlikte alem yapan Vanessa Perroncel ile birlikte olmasının ortaya çıkmasıyla birlikte İngiltere'de bir seks skandalıdır aldı başını gidiyor.
En sonunda İngiltere Milli Takımı'nın kaptanlığını da kaybetti Terry. Son seçim ise Rio Ferdinand oldu. Bu sene Ferdinand'ı izlemenin keyfini yaşadığımızı söyleyemem. Topu topu 10 maç oynamış bu sene Kırmızı Şeytanlar'da.
Ama benim asıl merak ettiğim isim Wayne Bridge. Kimse ona ulaşamadı sanırım şimdiye kadar. Eğer ulaşabilseydi, çok büyük gazetecilik işi yapmışlar, vallahi helal olsun, derdim.
Sanırız Wayne abimiz kendisini inzavaya çekmiş durumda. Kendisinin sadece Terry ile aldatılmadığını öğrendiği için şüphesiz ki çok mutsuzdur. Ey İngiliz gazeteci abilerim, ne yapın ne edin Bridge ile konuşun.

4 Şubat 2010 Perşembe

14 Şubat'ta bu restoranda yemek yemeliyim


Kanada'nın Toronto kentinde Mildred's Temple Kitchen isimli bir restoran. Bu restoranın da büyük bir ihtimalle yemeklerinde diğer Toronto semalarındakilerinden bir farkı bulunmuyordur.
Ancak kendilerinin 14 Şubat'ta müşterilerine öyle bir hizmeti var ki, bizim buradaki hiç bir dükkan sahibinin cesaret etmesini beklemiyorum.
Bir internet sitesindeki habere göre Mildred's Temple Kitchen'cılar, 14 Şubat'ta önceden rezarvasyon yaptıran müşterilerine özel tuvaletler verecekmiş.
Sanırız ki bunun temelinde 14 Şubat'ta romantik bir yemek yiyen, hemen arkasından sex yapma isteği kabaran çiftlere yapılmış bir kıyak.
Hem bu sayede içeri giren diğer müşteriler tarafından "cock block" durumu olmamış olur. Hem siz rezil olmazsınız. Yani diyorlar ki, "Gelin yiyin için, bir de burada s...in."
Bu restoran hizmette sınır yok lafının kanıtı olsa gerek.

Haberin tamamını okumak isteyenler için buyrun link; http://www.thestar.com/entertainment/restaurants/article/759714--restaurant-promotes-sex-in-its-bathrooms

Olmadı Silvio Baba



İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'ye olan sevgim önceki yazılarımdan da anlaşılabilir. Çok zor bir şey değil. Sağdaki linklerden yolunuzu bulabilirsiniz.
Ancak şimdilerde yaptıkları hiç de hoşnut değildi. İsrail gezintisinde söyledikleri ile antipatik bir hale gelen Berlusconi'nin bir yerde hata yaptığını düşünüyorum.
Büyük ülkelerin yanında yer alabilmek için böylesine kendisini küçük düşüren laflar etmesine hiç gerek yoktu.
Biz kendisini muhalif, espirili, solculara hakaret eden, forza Milan, çapkın halleri ile sevmiştik.
Siyasi alanda yaptıkları ile İranlıları kızdırmakla kalmadı, beni de üzdü. Yapmamalıydın Silvio baba, olmadı.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Durmak yok, yola devam!




Fotoğraftaki bir Tekel işçisi. Birçoğunun sesini duymamaya yemin etmiş gibi davranmalarına rağmen, yollarından sapmıyorlar.
Durmak yok. Yola devam!

Itables



Chicagolu rap yıldızı Common'un blogunda gezinirken gördüm. Çok enteresan buldum. Ipod'un masa versiyonunu koymuş kendi internet sitesine.
Merak edenler için linkini de vereyim ama pek bir detay yok.
Devamını getirmek isteyenleri Google Amca eli belinde bekler.

Bizimkiler uyumaya devam etsin


Dünya müzik piyasasının önde gelen isimleri geçtiğimiz gün buluşarak 1985 yılında Afrikalı açlar için bestelenen "We are the world" şarkısını bu sefer Haitili depremzedeler için söylediler. Bu haber aynı zamanda Akşam gazetesinde de yer aldı. Kendilerinin bu gazetecilik refleksinden dolayı tebrik ederken, şimdi geldi çuvaldızını kendimize batırmaya.
Dünyanın en önemli yıldızlarının, senelerde milyonlarca doları cebine indiren, Grammy ödüllerini evlerinde koyan isimlerin bütün egolarını bırakarak insanlara yardım etmek için yanyana gelmesi kadar güzel bir şey olamaz sanırım.
Ama bizim über ünlü yıldızlarımızdan hiç birisinin böyle bir yaklaşım içinde olmaması ise bizi üzmekten başka hiç bir şey yapmıyor. Benim de gönlümden geçen şey, böylesine yardım mesajı dolu bir şarkıyı söylemeleri.
Düşünsenize, Tarkan ft Demet Akalın. Onlarca prodüktörün hayalinde yatıyordur belki. İşin ticari bölümünde değilim ama elde edilecek 10 bin TL bile olsa, bizimkilerin de Haiti'dekileri umursadığını, dünyaya global bir pencereden baktığını anlarım.
Yoksa hala bizimkiler "çakma" Madonna ile "çakma" Ricky Martin olmaya devam mı edecekler????

2 Şubat 2010 Salı

Çaresizlik dedikleri bu olsa gerek




Beşiktaş seçimleri bitti. Tribünlerin "yeter" diye yeri göğü inlettiği Yıldırım Demirören, 3.5 yıl daha Beşiktaş Başkanı olarak anılacak. Şimdilerde konuşulan şeylerden birisi de Murat Aksu'dan memnun olmayanların zorunluluktan Demirören'e oy verdiği yönünde.
Murat Aksu'nun gerek, babası, gerek iş dünyasındaki anılma şekli insanları zorunluluktan Demirören'den yana oy vermeye sürüklemiş gibi.
Kimileri de Aksu yerine daha güçlü bir isim çıksa Demirören'i devirebileceğini söylüyordu. Ancak hiç birisi olmadı. Demirören, bir kez daha ezici sayılabilecek bir üstünlükle başkanlık koltuğuna oturdu.
Yani işin temelinde çaresizlik yatıyordu.
Bu söylem bana yakın bir zaman önce yapılan yerel seçimleri hatırlattı. Birçok kesimin itici bulduğu AKP'nin oylarının düşmesine rağmen seçilmesinin temelinde de çaresizlik yatıyordu.
Kime sorulduysa "Ne münasebet ben oy moy vermedim" dese de kendileri hala iktidar parti olma özelliğini koruyor.
Beni üzen şey ise, birçok seçmenin "Çaresizdik, ne yapalım. Verdik gitti" söylemlerinin arkasına sığınması.
Neden beğenmiyorsak ve daha iyisi çıkmıyorsa "oy vermemeyi" tercih etmiyoruz???