29 Nisan 2009 Çarşamba

bu zamanda Celalettin Cerrah olmak

Pek çok polisin gıpta ile baktığı bir mevkide oturuyor kendisi. Ancak son olan olaylardan sonra yeri bir hayli sarsıldı.
Ölen gencecik Münevver Karabulut'un katilinin günlerdir bulunamaması birçok şeyi akıllara getiriyor. Katil zanlısı olan Cem Garipoğlu'nun babasının Türkiye'nin önde gelen zenginlerinden birisi olması, çocuğun bu kadar uzun süre bulunamamasının sebebi mi.
Baba Garipoğlu'nun tutuklanması sadece göz boyamamı, mahalle baskısı mı yoksa ciddi bir gelişme mi var? Eğer ciddi bir gelişme varsa neden 53 gün sonra oluyor bu tutuklama işlemi.
Peki 1 tane eski basın mensubu PKK teröristinin şehrin göbeğini kana bulamasına, basit bir şekilde bitirilebilecek bir operasyon nasıl oldu da yüze göze bu kadar kolay bulaştırıldı.
Ölen çocuğun fotoğrafları çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlanırken kendileri ne hissetti. Diğer polisler ne hissetti. Hala gıpta ile bakıyorlar mı, hala onun yerinde olmak istiyorlar mı?
Kendisinin neden orada olduğunu sorgulamalı Cerrah. Eğer ben evimde rahatça uyuyamayacaksam senin oradaki görevin ne. Ben neden canımı sana emanet ediyorum?
Bireysel silahlanmaya hayır derken, neden siz gerekli önlemleri alamıyorsunuz?
Lütfen bu son olması dileğiyle...

Büyük hayal kırıklığı


Dün gece oynanan Barcelona-Chelsea maçı ile ilgili yorumları oyalanmaktan bir türlü giremedim. Kısmet bu saateymiş.
Büyük bir heyecanla kuruldum tv karşısına. Ne de olsa ikisi de dev ötesi bir takımdı. Ancak sergiledikleri futbol hele Chelsea'ye hiç yakışmadı. Guus Hiddink, maç öncesinde Messi'yi durdurmaları gerektiğini söylemişti. Bunu başardılar. Ama Londra'daki maçta bunu yapabileceklerine inanıyorumuyum bilmiyorum.
Hiddink, Barcelona'yı kitledi. Top oynatmadı. Messi'nin durması, Barcelona'nın yüzde 70 durması anlamına geliyordu. Hollandalı teknik adamın planları tuttu ama İngiltere'deki maçta alınacak 1-1'lik sonucun Barcelona'ya yeteceği akılların bir köşesinde duruyor.
Oyunu sıkıştıran Hiddink, Messi ve Daniel Alves'in önüne atılacak bütün topları kesince tek kanattan ilerleyen Barcelona çöktü diyebiliriz. Henry'nin kanadını pek tercih etmedi Pep Guardiola. Nou Camp'ın çukurlarını bile ezbere bilen Pep'in Henry'i kullanamamasına şaşırdım. Zaten Fransız oyuncu kısa bir göz kararmasından sonra toparlanamadı.
70. dakikadan sonra oyun iyice kötüye gitti. Bir ara uyuklamışım. O sırada neler olduğunu bilemiyorum. Ama buğulu gözlerle Krkic'in kaçırdığı pozisyonu gördüm. Eto'o'nun yerine giren 18'lik delikanlının o maçta ne işi var diye sormak isterdim Guardiola'ya. Böylesine önemli maçta Eto'o, sahada ölse oyundan almazdım ben olsam.
Bu arada bu maçın böyle bitmesi bence en çok bahisçilere yaramadı. Çünkü kime sorduysam herkes Barcelona'ya oynamıştı.



Bir de Hürriyet Gazetesi'nde bu maç öncesinde çıkan "Gol Baronları" başlıklı haber de bahisçileri tetiklemiştir. Ancak Avrupa'yı kasıp kavuran attığı gollerle birçok takımı geçen Katalan ekibinin üç süper yıldızı (Messi, Eto'o, Henry) Chelsea savunması arasında eriyince maç 0-0 berabere bitti ve pek çok kupon yırtıldı.

Büyüksün, Yusuf!

ATTIĞI ve attırdığı gollerle ara transferde geldiği Beşiktaş'a hayat veren Yusuf Şimşek, kendisine güvenenleri yanıltmadı. Siyah beyazlı takıma ilk geldiği haftalarda forma şansı bulamayan tecrübeli oyuncu, son iki haftadır müthiş bir çıkış içinde.

Kayserispor'a attığı golle ve Sivasspor karşısında Tello'ya attırdığı golle kazanılan puanlarda büyük rol oynayan tecrübeli oyuncu, Eskişehirspor maçında ise resital yaparak Holosko'ya yaptığı asistle gönülleri fethetti.
Yusuf, performansıyla transferinde yapılan eleştirilere de en güzel cevabı verdi.

Devir hesap devri


SÜPER Lig'in 29. haftasında Sivasspor, şampiyonluk yolundaki en önemli engellerden birisi olan Trabzonspor'u 3-0 gibi net bir skorla yenerek rahat bir nefes aldı. Öyle ya kırmızı beyazlılar, Fortis Türkiye Kupası'nda Fenerbahçe'ye elenmeyi bile umursamamıştı ve hedeflerinin Trabzonspor maçı olduğunu işaret etmişti. Bülent Uygun'un öğrencileri Musa, Abdurrahman ve Hayrettin'in golleriyle kazandı.
10 puan bize yeter
Genç teknik adam, karşılaşmadan sonra, "3 galibiyet, 1 beraberlik yani 10 puan bizi şampiyon yapar" diyerek iddiasını ortaya koydu. Uygun, mevcut 60 puanın üzerine koyacakarı 10 puan ile birlikte 70'e ulaşarak şampiyon olacaklarını ifade etti. Sivasspor Teknik Direktörü, bu hesaplamalarına göre zirvede baş başa kaldıkları Beşiktaş'ın Fenerbahçe ve Galatasaray ile oynayacağı karşılaşmalarda puan kaybı yaşayacağını umuyor.
Kaderi derbilerde
belli olacak
Eskişehirspor maçında sergilediği kötü performansa rağmen ikinci yarıda Bobo ve Holosko'nun golleriyle 3 puanı hanesine yazdırdı. Bu karşılaşmadan sonra Mustafa Denizli'ye, Bülent Uygun'un yaptığı hesap hatırlatıldı. Daha önceden ligin 26, 28 ve 32. haftalarda Beşiktaş'ın olacağı yerlerle ilgili tahminlerde bulunan Denizli, "Bülent Hoca hesabı doğru mu, yanlış mı yaptı göreceğiz" diyerek söz düellosunu başlatmış oldu.
Şimdiye kadar 59 puanı hanesine yazdırmış olan Kara Kartallar, önlerinde bulunan 5 karşılaşmada 13 puanı hanesine yazdırması halinde 74 puana ulaşacak. Yani bir nevi Beşiktaş'ın kaderini derbilerde alacağı sonuçlar belirleyecek. Beşiktaşlıları olumsuz düşündüren olay ise, siyah beyazlıların bu sezon derbilerde aldığı başarısız sonuçlar.
Söz düellosu ile başlayan bu mücadelenin sonunda bakalım, genç Bülent Uygun mu yoksa kurt hoca Mustafa Denizli'nin mi hesapları tutacak.

28 Nisan 2009 Salı

bu kadar olur mu ?




Beşiktaş'ın Fenerbahçe ile oynayacağı derbi maçın biletleri satışa çıktı.
VIP ÜST B&E 750,00 TL
VIP ÜST A&F 450,00 TL
VIP ALT A&F 375,00 TL
VIP ALT B&E 400,00 TL
VIP ALT C&D 450,00 TL
NUMARALI ORTA 375,00 TL
NUMARALI KENAR 325,00 TL
KAPALI ÜST 250,00 TL
KAPALI ALT 200,00 TL
YENİ AÇIK 70,00 TL
ESKİ AÇIK 70,00 TL
RAKİP TAKIM (E.AÇIK) 70,00 TL

Beşiktaş'ın resmi internet sitesinden alınan kopyadır. Rakamlarda herhangi bir oynama yapılmamamıştır.
Bu sezon fazla kombine satamayan siyah beyazlılar şampiyonluğa giderken taraftarı tabiri cayizse kökmeye çalışıyor. "Sen misin sezon başında kombine almayan" diyip alttan odunu veriyor.
Kapalı tarihi boyunca bu kadar bilet fiyatını görmüşmüdür acaba. Oraya gelen insan acaba şimdiye kadar bir bilete o kadar para vermişmidir.
Yazıktır, günahtır. Beşiktaş taraftarına gitmeyin maça derdim ama takımlarını yalnız bırakmayacak olan siyah beyazlılar, borç harç gideceklerdir.

büyük profesyonellik

Seda Sayan malumunuz, uzun senelerdir Kanal D'de program yapıyordu. Dün ancak kendisi yapım şirketi Sinevizyon ile anlaşamayarak yayına çıkmadı.
Öğrendiğim kadarıyla 10.30'a kadar bütün seyirciler stüdyoya alındı ve hazır bir şekilde bekletildi. Beyaz ayarları yapıldı. 3, 2, 1 diye geri sayıldı ve ekranlara Aşk-ı Memnu dizisinin son bölümü izlendi.
O gün, kapıdaki güvenlikçi bile tahmin edebilirdi Seda Sayan'ın gelmeyeceğini. Çünkü ne kuaförü, ne orkestrası.. Seda Sayan'ın ekibinden hiç kimse Bağcılar'daki Kanal D binasına gitmedi.

Nedeni ise yapım şirketi ile anlaşamama. Onun için de yayına çıkmadı Seda Sayan.
Son zamanlarda Aysun Kayacı'ya çamur atan, "Akşam program yapıyorsun diye havaya mı girdin" diyerek ders veren, pek çok sosyal projeye imza atan, sabahları kadınların en büyük eğlencesi olan bir programı sunuyorsanız, Kanal D ile birlikte çalışıyorsanız böyle bir şey yapmak herşeyden önce ayıptır.
Eğer ben Aydın Doğan'ın yerinde olsaydım, Seda Sayan'la bir daha program yapmazdım. Seyircinin yerinde olsaydım bir daha Seda Sayan'ı izlemezdim. Zaten son dönemde iyice zıvanadan çıkmıştı program. Umarım en kısa sürede bir sonuca varırlar da çileden kurtuluruz.

26 Nisan 2009 Pazar

yeni bir yıldız Asher Roth




Bay J'nin power FM'deki şovunda dinledim kendisini ilk. "I love college" isimli şarkısını dinlediğim ilk andan beri sempati duyuyordum Asher Roth'a.
Sesinden Avrupalı olduğu hissiyatına kapıldım ancak internetten araştırınca Pensilvanyalı genç bir delikanlı olduğunu gördüm.
1985 doğumlu Asher Roth. İlk albümü Asleep in the Bread Aisle. Şimdiden Eminem ile kıyaslanmaya başlandı. Hatta kendisi için Eminem, "dope/afyon" diyerek ne kadar etkili olacağını belirtiyor.
Don Common'un da desteğini alarak ilginç bir tarz oluşturan, lise muhabbetleri çeviren, ota düşkünlüğünü anlatan sözleri mevcut Asher'in. İlk albümü olmasına rağmen Keri Hilson, Busta Rhymes, Cee-Lo gibi ünlü isimlerin desteğini arkasına almayı başarmış.
Belki Eminem'e olan sempatisi sayesinde Dr. Dre'nin sahibi olduğu Aftermath Records isimli plak şirketine geçebilir.
Elini attığı her şeyi altına çeviren, para yumurtlayan tavuk olan Dr. Dre bence böylesine yetenekli bir genci kaçıracağını sanmıyorum.

Eminem bunu hep yapıyor



Geçen gün, Eminem'in "We made you" isimli şarkısının klibini izledim. Eminem'i tarz olarak pek beğenmiyorum ve dinlemiyorum. Ancak yeni yaptığı işleri de takip etmemek olmaz.
Son single'ının klibinde yine klasik Eminem esintileri vardı. Önüne gelen herkese geçiriyor, çakıyor, gönderiyor. Aslında Eminem bunu çok iyi yapıyor. Daha önceki klibinde Britney Spears, Chiristina Aguilera, Janet Jackson, Justin Timberlake, Paris Hilton gibi popüler kültür mantarlarına çakan Eminem'in bu sefer ki hedefi ise; Amy Winehouse, yeni Paris Hilton Kim Kardashian ve rock yıldızları.
Kim Kardashian'ın meşhur şişkin kalçalarından dayak yiyen, hapse girince Amy Winehouse ile yiyişiyordu Eminem.

Zaman zaman midem bulanmadı değil. Eminem'i çok sevmiyorum, yaptığı pek çok şarkının dinlemeye bile zahmet göstermiyorum. Ancak insanlara laf geçirme konusunda 1 numara olduğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Sezarın hakkı Eminem'e diyorum.

big king



Taksim'de meşhur her İstanbullu'nun önünde buluşmak üzere sözleştiği yer Taksim Burger King. İçinde herkesin gidip fütursuzca işediği, yemek yediği, insanları beklediği bir yer.
Geçen gün arkadaşımı beklerken orada atıştırayım dedim. Demez olaydım. Her zaman Burger King'te severek, bayılarak yediğim big king'in siparişini verdim.
Sırada bekleyen 4-5 tane big king kutusu görmüştüm. Hazırlardan birisini verdiler. Alırken sıcak olup olmadığını sordum. Sıcak olduğunu söylediler. Bende onlara kandım, yerime geçtim.
Kutuyu açtıktan sonra burgeri elime aldım. Ve o an itibariyle kendimi kandırılmış gibi hissettim. Burgerin altındaki ekmek buz gibiydi. Üstündeki de onun yolunda ilerliyordu. El mahkum yedim. İçindeki köfte henüz sıcaklığını koruyordu ama patatesler için aynısını söyleyemeyeceğim.
Bu olayın bir benzeri daha önce de başıma gelmişti. Yeni bir burger istedim ancak onlar bana aynı burgerin ısıtılmış halini verdiler. Yani bir nevi biz akıllı, sen aptal demeye getirdiler. Kendilerini alternatifsiz hissetmesinler! 200 metre aşağıda bir tane daha Burger King var hatırlatırım!

23 Nisan 2009 Perşembe

modern çağın gladyatörleri



Sabah gazeteye giderken bir minibüs dikkatimi çekti. Jant kapaklarına eski Roma'da askerlerin savaş arabalarına taktığı o ilginç aparatlardan birisini takmıştı.
Aklıma o sırada meşhur Russel Crow'un zihinlerimize işlediği gladyatör tipleri geldi. Onların da şu iki kişinin bindiği kenarlarında yine o ilginç aparatların olduğu, yanına yolda giderken düşmanın yaklaşmaması için can yakıcı özelliği bulunuyordu.
Minibüsü görünce aklıma o geldi... Kendilerini yolların tek kralı sandıkları için, 40'ın üzerine çıkmazlar, arkalarındakini hiç düşünmeden fütursuzca fren yaparlar, kral FM'den başkasını dinlemezler..
Bir de o yanlarına yaklaştırmamak için ilginç aparatı kullanmıyorlar mı...
O şöforleri yalnız Russel Crow'un giydiği gladyatör kıyafetler içinde düşününce gülme krizine girdim. Tabi o sırada taksicinin bana "Delirmiş mi bu adam" bakışı da beni daha çok güldürdü o ayrı.

uslan artık deli gönül




Geçen gün ajanstan gelen fotoğraflara bakıyordum. Aranacak kelimeye "rap" yazdım. Ve rap dünyasından gelebilecek fotoğraflarda geziniyordum ki hiç beklemediğim birisini gördüm. Public Enemy grbunun en sıra dışı üyesi Flava Flav'ın Kaliforniya'da verdiği konserden bir fotoğraf.
1959 doğumlu olan Flava yaşıtlarından çok daha hareketli olduğunu bu fotoğrafıyla bir kez daha kanıtlamış oldu. Kendisinden yaşça küçük babam onun kadar çok hareket etse sanırım birkaç saat içinde kalp krizi geçirerek bizleri yalnız bırakır.
Ama onun hiç umrunda değil. Sahneyi birbirine katmaya devam ediyor. Hatta bir New York dedikodusuna göre, bütün Manhattan'daki kadınlar onunla evlenmek için can atıyor.
Tabi Flava'nın parasına mı kendisine mı aşıklar bilinmez :)

21 Nisan 2009 Salı

Futbolun da başkenti Ankara



Düğümü başkent çözecek

Ankara'nın 4 takımı, Ankaraspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği ve Hacettepe hem şampiyonluk hem de kümede kalma mücadelesi veren takımlarla birbirinden zorlu maçlara çıkacak.

BAŞKENT Ankara'nın takımları bu sezon hiç olmadığı kadar önem taşıyor... Bu sezon Fenerbahçe'nin 11 puan bıraktığı Ankara takımları, hem kümede kalma hem de şampiyon olmak isteyen takımların kaderini tayin edecek.
Zorlu şampiyonluk mücadelesinde Konyaspor'a takılan Sivasspor, arka arkaya ligin dibine demir atan Hacettepe (deplasman) ve kümede kalma mücadelesi veren Gençlerbirliği ile oynayacak. Yiğidolar bu sezon Ankara takımlarından 10 puan çıkartmayı başardı.
10 kişi tamamladığı Bursaspor karşısında 2 puan bırakarak liderlik şansını tepen Beşiktaş'ı da Ankara'da zorlu maçlar bekliyor. İki maçı da deplasmanda oynayacak olan siyah beyazlılar, Fenerbahçe'yi yenerek 10 maçlık galibiyet özlemine son veren Ankaraspor ve Ankaragücü ile zorlu maçlar oynayacak. Kara Kartal, başkent takımlarından 15 puan topladı.
İstanbul BŞB'u yenerek şampiyonluk yarışına yeniden dahil olan Galatasaray ise dört tane Başkent takımı ile ardı ardına oynayacak. Ankaraspor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği'ni Ali Sami Yen Stadı'nda konuk edecek olan sarı kırmızılılar Hacettepe ile deplasmanda karşılaşacak. Galatasaray, Ankara takımlarından 10 puan çıkarttı.
Başkent ekiplerinden en çok puan toplayan takım ise Trabzonspor oldu. Zirve mücadelesi veren bordo mavililer, oynadıkları 8 maçı da kazanarak 24 puanı hanesine yazdırdı. Bu süreç içinde Trabzonspor sadece 3 gol yedi. 16 kere de rakip fileleri havalandırdı.
Ankara takımları ayrıca ligden düşecek takımlarında kaderinin çizilmesinde büyük rol oynayacak. Antalyaspor, ligin son 2 haftasında Ankaraspor (deplasmanda) ve Ankaragücü ile 3 puan savaşı verecek. 32 puanı bulunan Denizlispor Ankaraspor ile içeride, Ankaragücü ile deplasmanda karşılaşacak. 30 puan ile tehlikeli bölgenin hemen üzerinde olan İstanbul BŞB, Hacettepe'ye konuk olacak, G.Birliği'ni sahasında ağırlayacak. 31 puanı olan Konyaspor da ligin kapanışını Ankaraspor ile sahasında yapacak.

Yok böyle bir kadro!

Geçen gün gazetedeki abilerimizle işlerin bitmesinin verdiği rehavetle geyik yapıyorduk. Laf döndü dolaştı ligin en kavgacı 11'i kim olur'a...
Herkes bir isim arıyordu. Elbette benim gölümde Beşiktaş'ın eski yıldızı Pascal Nouma vardı.
Attığı yumruk ve gördüğü kartlar daha çok konuşuldu Pascal'ın. Beşiktaş kapalısında kime sorsanız, ismi ezberlerde.
Biz de kendimize göre bir kadro çıkarttık.


Kaleye Volkan Demirel. Fenerbahçe'nin milli kalecisi Çek Cumhuriyeti'nin dev santrforu Jan Koller'i itişi, hakemlere itiraz edişi, sırtındaki 1 numara yazan dövmesi, Lincoln ile kavga etmesi.. Asla güvenilmeyecek bir isim.



Sağ beke Sabri Sarıoğlu. Son derbide abi dediği, kramponlarını giymek için can attığı Emre Belözoğlu ile ettiği kavga hafızalarda. Kendisini Galatasaraylılar bile sevmiyor. Bu kadar sevilmeyen insanın agresif ve saldırgan olmaması imkansız.



Stopere Fenerbahçeli Lugano ile Trabzonsporlu Egemen. İkisi de futbolu karate ile birleştirerek oynuyor.
Egemen'in bıraktığı sakal, Çeçen direnişçilere benzetmiş. Savunmanın arkasına atılan topları rövaşata ile çıkartarak Trabzonspor seyircisinin gözünde onun büyümesini sağlıyor ama ciddi bir sakatlık ile hep burun buruna yaşıyor.

Bebek suratlı katilleri andırıyor Lugano. Saha dışındaki yapısı ile içindeki arasında 180 derecelik bir fark var. G.Saray-F.Bahçe maçındaki boks maçının nakavtçılarından birisiydi.


Sol beke İsmail Güldüren. Futbolcudan çok Karate Kid'i andıran bir şekilde futbol oynuyor. Saha içinde dövmediği futbolcu yok gibi. Uzun süren sakatlıkların ardından sahalara dönüşü her zaman iyi olmuştur. Bir dönem Fenerbahçe formasını da giymiştir kendisi.


Ön liberoya Ayman. Geçtiğimiz sezon Trabzonspor forması giyerken Sivasspor'un İsrailli oyuncusu Balili'yi saha içinde tekme yağmuruna tutmuştu. Kendisi Mısırlı olduğundan olsa gerek ki Balili'yi sokakta görse orda da kavga edecektir.

Orta saha üçlüsü. Lincoln, Engin Baytar, Emre Toraman.


Lincoln'den başlarsak... Olaylı Fenerbahçe maçının en sakin Galatasaraylısıydı. Ancak Fenerbahçe forması aldığı, takım arkadaşlarınca kınandığı Türk spor basının ayrı bir tartışma konusu oldu. Daha önce teknik direktörle, takım arkadaşlarıyla, rakip oyuncularla, bar kavgaları ile meşhur bir oyuncu Lincoln.


Emre Toraman. Bursaspor maçında kendi kalesine attığı 2 gol ile yıldızlaşmıştı. Kendisinin attığı tekmeler maç içinde pek gözükmese de gizli gizli yapma konusunda bir numara. Onun için sadece sert oyunundan bahsedebiliriz. Bu sezon dikkat çeken en önemli özelliği ise kendi kalesine gol atması.


Engin Baytar. Çok yetenekli olmasına rağmen aşırı kart görüyor. Bildiğim bir anısını anlatıyım. Bir idman esnasında en geride koşan Engin'e yardımcı antrenörü neden koşmadığını sorar. Kendisi de sahanın ortasına gelerek ceplerini gösterir, "Aç ayı oynamaz" der. Engin, çok seri şekilde kartlar görmekte. Yediği tekmenin intikamını hemen alır. Onun içinde bol bol kart görür.

Gelelim forvetlere. Buradaki ikilimiz ise Beşiktaş'ın sorunlu çocuğu Batuhan Karadeniz ile Kayserisporlu Cangele.



Batuhan. Çok genç yaşında olmasına rağmen Türk futbolunun çok şeyler beklediği bir isim olarak ekranlarda boy gösteriyordu. Ta ki, Fenerbahçe maçı öncesinde Blackk'ta sabahlayana kadar. Genç oyuncu belki o gece orada Sergen Yalçın'ı görmese arkadaşları ile sabahlayabilirdi de. Hoş döndüğü saatte pek erken değil, (saat 4). Daha önce Beşiktaş ile gittiği yurt dışı kampında bir kızın numarasını foto muhabirden isteyiş şekli, Fenerbahçe maçında Higuain'e vermediği pastan sonra yaptığı, "Kral yapmayacaksın, kral olacaksın" şeklindeki hareketleri. Bunlar sadece bilindik olanları.
Annesini bile bıktırmış bir çocuk Batuhan. Yaşı çok genç, diğerleri gibi umutsuz vakka değil. Umarım en kısa sürede toparlanır.



Cangele. Beşiktaş'ı 2006-2007 sezonunda şampiyonluktan eden isim olarak biliniyor. Sakaryaspor forması giyerken siyah beyazlı takımı 1-0 yendikleri maçın tek golünü attı Arjantinli oyuncu. Bunun yanı sıra attığı sert tekmeleri defans oyuncuları söylüyor. En son vukuatı ise İbrahim Toraman'ı 6 defa pandiklemesiydi. Her an kavgaya müsait bir yapısı var. Beşiktaş-Kayserispor maçında gördüğüm görüntüsü bu cümleyi kurarken bir an bile tereddüt ettirmedi.

Sanırım bu kadronun başına da teknik direktör olarak Tolunay Kafkaslı'yı koyarsak hata etmiş olmayız.

20 Nisan 2009 Pazartesi

bir garip ödül



Türkiye'de Cartel'den sonra rap müziğini tanıtan, bugünlere gelmesini sağlayan bir isim Ceza.. Her ne kadar kendisini sevmesem ve dinlemesem de yaptıkları yadırganamaz...
Ceza ile ilgili geçen gün bir haber öğrendim. Kendisine Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'nden (TMOK) fair-play ödülü verilecekmiş.
Ritimlerinde ve sözlerinde agresiflik içeren bir müzik türünü icra eden Ceza'ya dostluk/kardeşlik anlamını taşıyan bu ödülün verilmesini garipsedim.
Kendisinin de bu ödülü alırken ne söyleyeceğini de merak ediyorum

17 Nisan 2009 Cuma

yeni bir yıldız doğuyor



Menajeri Madonna kadar iyi olduğunu iddia ediyor.. Şarkıları, radyoların en çok istek alanlar listesinde ilk 3'ten inmiyor.
Giydiği kıyafetlerle herkesin dikkatini çekmeyi başarıyor.. Kim bu isim.. Lady GaGa... Biraz karışık bir aile yapısı var gerçek adı Stefani Joanne Germanotta'nın.. Babası İtalyan bir baba ile Yunan bir annenin çocuğu..
Küçükken gittiği restoranlarda ekmek dilimlerini eline alıp, şarkı söleyen Stefani, şu sıralar bütün dünyayı kasıp kavuruyor.
Facebook'taki hayran sayfasında ona olan aşk, hayranlık dolu cümleler sarfediliyor. Az değil, 2 milyona yakın fan'ı var Joanne'nin..




Lady GaGa ayrıca Kanye West gibi bir devin de desteğini arkasına almış durumda. West ile aynı plak şirketinde bulunuyor GaGa. Elbette plak şirketinin kodamanları zaman zaman elektronik müziğe imza atan Kanye'den Lady GaGa ile efsanevi bir düet yapmasını istediler; "I poke her face."
Bu şarkıda kimler yok ki. Rap dünyasını bırakan ancak son anda aramıza dönen Kid Cudi, Kanye West ve Common..

Şarkıyı da buradan dinleyebilirsiniz: http://fizy.com/s/11syvo

16 Nisan 2009 Perşembe

İki keş bir araya gelirse



Geçen gün internet sitelerini kurcalarken gördüm. Amy Winehouse'un Rehab şarkısına bayılan Snoop Dogg, genç şarkıcıyı stüdyosuna davet etmiş. Amaçları ise birkaç şarkı doldurabilmekmiş. Ancak bir türlü beklenen sonuç çıkmamış.
Bunun sebebi olarak da Amy'nin madde bağımlılığı gösterilmiş.
Evet tamam, Amy Winehouse'ın sansasyonları hala dillerde. Hollywood'un bütün gossip sitelerine, magazin dergilerine malzeme olmaya devam ediyor. Hele o dönemde burnun ucundan ayrılmıyordu beyazlar..
Ancak Snoop Dogg'un da ondan kalır yanı yok... 4 çocuk babası Snoop Dogg'un hala iflah olmaz bir marijuana sever olduğu biliniyor. Gerek sahnede, gerek arabasında tüttürmesi ile meşhur Snoop..
E bu iki keş bir araya gelir de sapa sağlam bir albüm doldurması mümkün olabilir mi? Bence olmaz. Zaten olmamışta.
Umarım ikisi de kafaları açıkken el ele verip kulaklarımızın pasını silecek bir ziyafet çekerler..

Eurovizyon olsa da kurtulsak



Geçen gün gazeteleri kurcalarken, Hadise'nin meşhur "düm tek tek" şarkısının 1.5 milyon kere indirildiğini gördüm.
Bizim evde de gayet seviliyor, dinleniyor. Ancak bu durum fazlasıyla beni sıkmaya başladı. Yarışmanın yapılmasına aylar öncesinden yapılan şarkı seçimi, özel otobüslerle ülke ülke gezme, klibinin TRT yönetimi tarafından beğenilmemesi...
Hadise'yi başarılı buluyordum. Ancak işin suyu iyice çıktı. Her gün gazetelerde Hadise ile ilgili çıkan her türlü haberden gına geldi desem yeridir.
İnşallah kazanırız da bütün bu hadise, gürültü/patırtı biter...
Ama kazanmamız halinde bütün yaz boyunca dinlemek zorunda kalacağız. Aman Tanrı'm... Eziyet bir süre daha devam edicek. Ama olsun sonunda kurtulacağız.
Düm tek tek'siz günler diliyorum!

14 Nisan 2009 Salı

TSYD ödül töreninin köşede kalanları


Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin bu seneki ödül törenini yerinden takip ettim.. Kıyıda köşede kalan ne varsa, hepsini gözlemledim.
Herşeyden önce, Hürriyet gazetesinin spor servisini tebrik ediyorum. Her ne kadar ben ödül alamasam da ödül alan Atilla Türker, Adil Demirçubuk, Celal Demirbilek, Süleyman Arat ve Nihat Uğurlu abilerimi tebrik ediyorum.
Geçelim gözlemlere...
Hürriyet Gazetesi'nin amatör branş muhabiri Celal Demirbilek ile Voleybol Federasyonu Başkanı Erol Karabıyık'ın arası çeşitli nedenlerden dolayı açık...
Sayın Karabıyık'a özel ödül verilmesi, Celal Bey'in pek hoşuna gitmemiş olacak ki o sırada torunu ile ilgileniyordu.
Yine Celal Bey, Habertürk gazetesinin müdürü Halil Özer'in yakın markajı altındaydı. Uzun senelerini Hürriyet'e veren Demirbilek ile ne konuştular bilemiyorum ama Halil Özer'in eğer Celal Abi'yi kadrosuna katmak gibi bir düşüncesi varsa, bol sıfırlı bir maaş düşündüğü kesin.
Sayfa düzeninden 3. olan Nihat Uğurlu, kendisinin işi öğrettiği Banu Yapıcı'nın kendisini geçmesine içerlenmiş olacak ki, bütün gece Yapıcı'ya takılmadan edemedi.
Çiçeği burnunda Halil Özer, eski müdürü Cem Şengül'le konuşmak istediğinde Şengül'ün yanında olan Bilal Meşe, "eğilsene ulan" diyince Özer, "Eğildik ya abi daha ne yapalım" diye tepkisi hoşuma gitti.
Bazı dallarda birinci seçilemedi. Gecenin sunucusu olan Orhan Ertanhan, sponsor Ülker'in dağıttığı paraları kasaya attıklarını itiraf etti.
Ertanhan, paraları kasaya gönderdikleri yetmezmiş gibi çıkışta Ülker'in dağıttığı çikolataları "sunucu boyu" toplayıp evine götürmesi de dikkatlerimden kaçmadı.

13 Nisan 2009 Pazartesi

mantalite farkı mı ?



Daha önceden adı birçok kavga olayına karışmış bir oyuncu Lincoln. Geçtiğimiz sezon Türkiye Kupası'nda Volkan Demirel ile tutuştuğu kavga hala hafızalarda.
Almanya'da yediği naneler ise Almanların hatırlarında. Ancak sambacı bu sefer uslanmış olacak ki, derbide hiç bir kavgaya girmedi.
Roberto Carlos ile bir köşede arkadaşlarının boks maçını izledi. Bu sizce mantalite farkı mı, yoksa Lincoln'ün takım ruhunu kaybetmiş olması mı?

ya çökseydi?



Yıkıldı, yıkılacak haberleri ile senelerdir bekleyen Ali Sami Yen Stadı, gün gece tarihi bir maça daha tanıklık ederken, şu fotoğraf insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu gösterdi.
Sarı kırmızılı taraftarlar, takımlarını destekliyor. Tamam ona sözüm yok ama tribünler dururken bu her an çökme ihtimali bulunan tentenin üzerinde olmanın ne gereği var?

Size kırmızı yakışmıyor



Dün gece gazetede oturuyordum. Derbi ile oynanan birçok detay gerek ajanstan, gerek internet sitelerinden, gerekse de muhabirlerimizden akıyordu.
Ancak şu dikkatimden kaçmadı.
Son 24 maçta 21 kırmızı kart, 140 sarı kart gösterilmişti. Bu sertlik ne için diye düşündüm.
Dünkü maçta 4 tane kırmızı kart çıktı. Ne için diye bir kez daha kendimi yineledim. Çok basitti cevabı... Bu cevabı gecenin bir saatinde beni arayan İsmail Er, çok iyi özetlemişti; "Dördüncülük için"
Evet hepsi bunun içindi... Dördüncü olup, Avrupa kupalarında kendilerine yer bulması için.
Peki değer miydi? Arda-Semih gibi Milli Takım'da attıkları gollerden sonra birbirine sarılan insanların, yumruklaşmasına...
Değer miydi? Bunca çocuğun, genç kızın, futbol severin sevgilisi olan ikilinin kavga etmesi... Bence değmez. Hiç bir şey, dostunu kaybetmekten önemli değil.
Sanırım bu futbolcu ağabeylerim unutuyor. Futbolu bıraktıktan sonra yanlarında bu isimler kalıcak. Yine Milli Takım'a seçildiklerinde aynı odalarda kalacaktır. Yine birlikte sevinecekler. Bunu unutuyorlar...
Çok üzülüyorum. Umarım özür dilerler.

9 Nisan 2009 Perşembe

herkesin Hussain'i


Amerika Birleşik Devletler Başkanı Hussein Barack Obama'nın ülkemizi ziyaret edişi çok büyük bir olaydı elbette. Hoş eşi Michelle, ülkemizi gelmeye değer bulmadığı için gelme tenezzülü göstermedi ama olsun.
Neyse bu önemli değil. Obama fırtınası dindikten sonra kendi Obama kritiğimi yapmak istiyorum.
Obama'nın gelişi kime yaradı. Hussein kime yarandı. Kimin başkanı oldu?
1- Atatürkçülerin oldu: Anıtkabir ziyaretinde, Ulu Önder Atatürk'ün defterine yazdıkları ile kendisine ne kadar büyük saygı duyduğunu söyledi. Burada olmaktan dolayı onur duyduğunu yazdı. E tabi bundan 60 sene öncesinde atalarının model olarak gördüğü adamın defterine yazmak herkese nasip olmaz Huso!
2- Laikçilerin oldu: Laik bir ülke olduğumuzdan bahsetti yine aynı defterde. Konuşmaları boyunca verdiği mesajlar da Türkiye'nin hep laik bir ülke olduğunu söyledi.
3- Muhalefetin oldu: Muhalefet liderleri ile başbaşa 5'er dakika görüşeceğini açıkladı Obama. Ancak CHP lideri Deniz Baykal ile 25 dakika görüştü. Demekki Obama, Deniz Baykal'ın sınavından geçti.
4- Gençlerin oldu: Tophane-i Amiane'de yaptığı buluşmada gençler ile iyi bir diyalog kurdu. Facebook'ta zaten geniş bir hayran kitlesi olan Obama, verdiği cevaplarla da herkesin gözüne girmeyi başardı. Kimileri msn'de, facebook'ta "Love u Obama" yazarken kimileri de "Obama'a gelme buraya, yersin terliği kafana" yazdı.
5- Dincilerin oldu: Ailesinde Müslüman olduğu bilinen Obama, gençlerle yaptığı söyleşide, "Ezana yarım saat var, o zamana kadar süremiz var" dedi. Bu cümlesiyle de hacı amcalarımızın ağızlarına birer parmak bal çaldı.
6- Kürtlerin oldu: DTP genel başkanı Ahmet Türk ile görüştü. Bu da DTP'nin iyiden iyiye Türk siyaset tarihindeki yerini sağlamlaştırdığını gösterir. Obama bile saygı görüp görüşüyorsa bu işte bir iş var demektir. Demeye kalmadı Hussein, Barzani ile görüştü. Türkiye'den sonra Kuzey Irak'a geçen ABD Başkanı, Kürt meselesini buradaki yetkililerle de görüşecekmiş.
7- Hayvan severlerin oldu: Ayasofya Camii'nde kedi seven Obama, Recep Tayyip'e de bu sevgiyi aşıladı. Malumunuz hayvana benzer bir karikatürü çizildiği için hayvanlarla arası iyi olmayan Recep Tayyip, hayvan açılımını da yapmış oldu.
Peki Obama kime yaranamadı?
Bu liste biraz daha kısa ama anlamlı olacaktır. Kendisinin geçiş saatlerinde kapalı olan yollarda kalan herkes sanırım Obama'nın beyaz annesini bolca anmıştır. Allah affetsin.
Ayrıca Obama'nın gelişinden rahatsız olan bir takım gruplar da klasik gösterilerini yaptı. Onlara bir sorum var. "Sizi kim ciddiye alıyor?" 50 kişilik bir grupla protesto yapsanız ne olur, TV'den izleyip küfür etseniz.
Arasında en ufak bir fark yok. Bence!

8 Nisan 2009 Çarşamba

Bu zihniyet değişmiyormuş demekki!



Başbakan RTE'nin danışmanlarından birisiydi Akif Beki.. Kanal 7'de Ahmet Hakan'dan arta kalan zaman olan hafta sonlarında haber sunardı kendisi. Gel zaman git zaman kendisi RTE'nin sözcüsü oldu.
Görevi ise RTE'nin devirdiği çamları yerine yeniden dikmekti. Yani bir nevi, "RTE öyle dedi ama siz yanlış anladınız. Aslında o böyle demişti" demekti görevi.
Bekir Coşkun'un değişiyle adı "Akif De Ki" oldu.
Yine gel zaman git zaman sonra, sayın Beki görevinden uzaklaştırıldı. Ne yapacağı merakla beklenen Beki'nin adı malum yandaş medya Sabah gazetesinin genel yayın yönetmenliği için geçiyordu.
Ama kendisi gitti, hükümetle arası açık olan Radikal gazetesinin köşe yazarlığı konumuna geçti. "Heah işte, adam değişiyor. Uzaklaşıyor o hükümetsel yanından. Kim bilir neler yazacaktır. Öfkesinin gazına gelip neler yapar kim bilir" düşünceleri ile okuma hevesi ile yanıp tutuşoyordum. Ama gel gör ki "Selamün Aleyküm, Bay Başkan!" isimli yazısındaki satırlar, bütün hayallerimi yıktı geçti.
İşte hayallerimi "cup" diye suya iten, Obama'ya ithafen yazılmış satırlar. Noktasına, virgülüne dokunmadan buyrun. Yorum sizlerin;

"Devraldığı imaj, bir enkaz.
Sıfırdan başlamak gibi, hatta daha geriden.
Ve, tek rakibi Clinton değil, artık.
Tayyip Erdoğan’ın karizmasını da aşmak zorunda.
Çıta, hayli yüksek...
Bence eksik olan,
Erkan bebek değil.
Deprem acılarımız,
daha çok tazeyken...
İzmit’te Erkan bebeği
kucağına alıp seven Amerikan Başkanı’nı, çok sevmiştik.
O Başkan, Sultanahmet meydanında tezahüratlarla karşılanmıştı.
Obama, şimdi aynı sevgi gösterilerini bekliyor, bizden.
Ama işi, kolay değil, bu kez.
Erkan bebekler, artık lider kucağına hasret değil, çünkü.
Bizde de, çocuklarımızı sevmeyi bilen bir Başbakan var, artık.
Yaralarımız sıcakken koşup gelebilen biri.
O pozisyon dolu."

6 Nisan 2009 Pazartesi

Nasıl geçti habersiz ?



Bilmem farkındamısınız aylardan nisandayız... Yılın en soğuk ayları olan; aralık, ocak, şubat ve soğukluğu ile dillere destan olmuş martı geride bıraktık. Bundan daha doğal ne olabilir demeyin.
Evet doğal birşey ama bunların arasında doğal olmayan birşey; kar yağmamış olması... İstanbul'da yaşayan birisi olarak bu sene kar görmedim. Kar topunu alıp, sağa sola fırlatamadım. Kardeşimi uzaktan attığım mermi gibi kartopları füzelerimle şişleyemedim.
Çocuklar yarı yıl tatillerine ekleyemedi kar tatillerini de. Hepsinin içinde bir umut, belki yağar da 2-3 gün fazladan yaparız. Eskiden kar tatillerini çok severdim. Bütün tatil sanki çok sıradan geçer de o 2-3 günlük uzatmaların ayrı bir anlamı varmış gibi.
Aslında o kar tatilleri bir nevi eğitime, Milli Eğitim Bakanlığı'na attığımız son dakika golü gibi.
Tam oflayıp, çantamızı hazırlarken o soğuk günlerde gelen müjdeli haber bütün öğrencileri sevince boğardı.
Benim ilkokul yıllarımda başbakanlık koltuğunda Bülent Ecevit oturmaktaydı. Adaşımı, en ufak karda bile okulları tatil etmesinden dolayı çok severdim. Ona karşı olan sempatim sırf bu sebeptendir!
Ancak şimdi kötü olmayan hava şartları, bize son dakika gollerini unutturdu. İstanbullu birisi olarak bu sene yazın hayali ile yaşamadım. Çünkü ocak ayının ortasında işe ince hırkalar ile gidip geldim. Hal böyle olunca da içimde deniz özlemi de oluşmadı.
Ne diyelim kar... Seni çok özlüyorum. Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Yen şu küresel ısınma denilen hastalığını da gel...

5 Nisan 2009 Pazar

Kadınlar tribünlere gelmemeli!



Görevim gereği Eyüpspor-Bucaspor maçını tribünden izledim. Nedense İkinci Lig'de oynayan takımların statlarında basın tribünü mevcut değil. Onun için şeref tribünün içine gelişi güzel dizilmiş birkaç tane koltuk var, oradan maçı takip etmeye çalışıyorsunuz.
Eyüpspor'un stadındaki maçı da böyle bir tribünden izledim. Arkamda Eyüpsporlu futbolcuların eşleri ya da anneleri bulunuyordu. Maç boyunca o ince sesleri ile kulak zarlarımı zorladılar.
Tamam herkes tribünde kadınlar olsun diyor, bende tribün fotoğraflarına baktığımda güzel kadınları görmek isterim estetistik açıdan ancak seslerini duymak istediğimden emin değilim.
O incecik sesleriyle bağıracaklarsa, gelmesinler. Lütfen bayanlar sesinizi kalınlaştırıp statlara gelin, öyle maç izleyin.

İyi ki Yusuf gol atmış



Beşiktaş, Kayserispor'u 1-0 yendi ve 3 puanı hanesine yazdırdı. Siyah beyazlı takımın tek golünü de Yusuf Şimşek attı.
Yusuf'un gelişi çok konuşuldu. Çok tartışıldı, basına sağlam malzeme verdi.
Geldikten sonra bir türlü beklenen patlamayı yapamadı. Ta ki, Sivasspor maçına kadar. Tello'nun attığı asist yaptı. Cumartesi günkü maçta da sahneye çıktı ve çok şık bir gol attı. En büyük kıyağı da böyle yaptı.
Kelime oyunlarına bayılan spor basınımız, kendi gazetem de dahil olmak üzere, Yusuf'un soyadını kullandı; "şimşek"
Birçok gazete başlık konusunda pişti olmayı tercih etti. Genel bir bakış attığımızda; "Şimşek çaktı, İnönü'de Şimşek çaktı, Koca Yusuf" havalarda uçuştu.
Bu konuda tek değişik yorum Milliyet'ten geldi; "Kartal doğru yerde"
Farklı bir başlıktı Milliyet'in verdiği başlık ama daha çok arabaşlık tadındaydı.

yaz geldi hadi bahçeye



Sigara yasağı en çok kapalı mekan işletmecilerini sıkıntıya soktu. Alışveriş merkezlerini ekonomik krizden sonra en çok etkileyen şey bence sigara yasağıdır. Birçok mekan yasanın tam anlamıyla yürürlüğe girmesinden sonra ne yapacağı merakla bekleniyor.
Sigara içen müşterilerinden ayrı kalanlarla mekan sahipleri yakında birleşecekler. Bunu nereden mi çıkartıyorum. Kafanızı kaldırıp, yukarı bakmanız yeterli. Havaların ısınması, mekanların bahçelere bir kaç masa, sandalye atması ile sigara içen müşteriler ile mekanları birbirlerini uzun seneler görmeyen sevgililer gibi buluşturacaktır.
Havaların ısınması, en çok onları sevindiriyor. Ne diyelim, havalar güzel olsun da kışın yaşanan kayıplar, yazın fazlasıyla geri kazanılsın.

FuatCent



Hürriyet gazetesinin cumartesi ekini alınca gördüm onu. Çok orijinal olması, kendisine has bir üslubunun oluşu, agresif tavırları dinletiyordu Fuat'ı.
Türkçe rap müziğinin Suge Knight'ı andıran iri kocaman duran birisi. Hürriyet'in cumartesi ekinde kendisine övgüler düzen bir yazı okudum.
Ancak Fuat'ın son albümü olan "Kalbüm"ün kapağını görünce aklım bir anda 50 Cent'e gitti. 50'nin çıkarttığı son albüm olan Curtis'in albüm kapağı ile neredeyse bire bir kopyaydı.
Bunu her zaman orijinal olan, orijinalliğini şimdiye kadar korudğunu düşündüğüm Fuat'a yakıştıramadım.

2 Nisan 2009 Perşembe

yeni yıldızımız Terim



Seslendirme yapıyor, oyuncularına amansız olmayı öğretiyor, motive ettiği insanlar milli forma altında harikalar yaratıyor.
Ancak ne hikmetse, sahaya sürdüğü oyuncular ne amansız olabiliyor ne de kazanabiliyorlar.
Euro 2008'de kazandığımız başarının ardından Fatih Terim, eski popülerliğini fazlasıyla kazandı.
Allah'ı var, Sayın Terim popüler olmayı seviyor. Dünya Kupası elemeleri için takımı ve halkımızı gaza getirmek için çekilen reklam filmlerinin de başrol oyuncusuydu Terim.
Deneyimli çalıştırıcı, sanırım kendisini reklam filmlerine o kadar çok kaptırmış ki verdiği taktikler takımı da etkilemiş.
Öyle ki her an herşeyi yapabilme potansiyeli olan son Avrupa şampiyonu İspanya karşısında dakikalar 90'ı gösterdiğinde hala hücum ediyorduk. E haliyle Fenerbahçe'de ne yaptığı bilinmeyen Güiza, bu boşluktan faydalandı ve kendisini iki sene daha kurtaracak asisti yaptı.
Ne diyelim sayın hocam. Yıldızın parlasın !

erken amansız olduk



Euro 2008'de yakaladığımız başarı hala hafızalardayken, bu sefer 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nın elemeleri başladı. Grup tam dişimize göreydi. Son Avrupa şampiyonu İspanya, genç nesilleriyle yola çıkan Belçika, son dönemlerin patlama yapması beklenen takımı Bosna-Hersek ve Euro 2008'in en sempatik takımı biz, yani Türkiye.
Elbette elde ettiğimiz başarılar bizleri inanılmaz bir havaya soktu. Zaten takımızın başındaki teknik direktörden tutun da saha içindeki birçok oyuncuya kadar hepimizde bu hava mevcut.
Zulu dilinde çekilen reklam filmi, Nike'nin çektiği meşhur ölümcül olduğumuzu bütün dünyaya bir kere daha duyuran reklam filmi... Turkcell'in reklam filmi de buna tuz biber oldu.
Bu kadar büyük ilginin içinde insanın maçlara konsantre olması beklenemez. Futbolu biraz yakından takip edenler hatırlar, o zamanlar Manchester United forması giyen Beckham ile Sir Alex Ferguson'un arası, yıldız oyuncunun reklam filmlerinin çekimlerinden dolayı açılmıştı. Becki, idmanlar yerine setlere koşunca, Sir'de küplere biniyordu.
Şimdi bir benzerini biz yaşadık. Ancak bizim teknik direktörümüz nedense oyuncuları geri çekmek yerine, onlara eşlik etmeyi seçti.
Sonuç mu? Büyük hayallerle oynanan iki İspanya maçında toplanan SIFIR puan. İkinci olmamız halinde bile gidemeyeceğimiz, dünyanın en büyük futbol organizasyonunu sanırım TV'den izleyeceğiz. Umarım ben yanılırım da ay yıldızlı bayrağımız bu sefer Kara Kıta'yı fetheder.