30 Mart 2009 Pazartesi

Seçim notlarım




Herkes gibi ben de seçim heyecanı içindeydim. Son haftalarda bayağı bir renklenen seçimler bittikten sonra, tv karşısına kuruldum ve izlemeye başladım. Saat 20'ye kadar bir CHP'li, bir DTP'li ağabeyim ile birlikteydim.
1- Haberin, sporun, ekonominin en iyisi olarak nitelendirilen NTV'yi açtık. NTV'nin kadrosu güçlüydü. Ancak nedenini anlayamadığım bir şekilde AKP yanlısı ilerliyorlardı. Henüz sandıkların yüzde 5'i açılmışken, bu kadar küçük bir yüzdenin sonuçların rotasının belli edebileceğini. AKP'nin şimdiden kazanacağını söylediler.
Bu kehanetlerinde yanılmadılar ancak yayın boyunca sık sık AKP'nin başarısından söz ettiler. Nitekim Can Dündar da verdiği paslarla, Hasan Cemal'in golleri atmasını sağladı.
2- NTV hüsranımdan sonra gazeteden çıktım. Kuzenlerimle birlikte balık ziyafeti çekerken, hararetli bir şekilde Kanal D'yi takip ediyorduk. Aydın Doğan'ın kanalında, kendilerine son zamanlarda kök söktüren AKP yanlısı bir program yapılmaması çok normaldi. Canlı yayınlar konusunda biraz çuvallasa da Kanal D, işi kotarmasını bildi. Ancak yaşadıkları demeç tartışması Kanal D'nin puanını düşürdü.
3- Gece sıkıldığım için kendimi yeğenlerimle playstation oynamaya verdim. Bu süreç içinde başbakan RTE'nin damadının kanalı olan ATV'de Kemal Kılıçdaroğlu'nun zaferini açıklayacağı yazısının geçtiğini öğrendim. Daha sandıkların yüzde 90'ı açılmadan böylesine bir açıklamanın gelmesi çok şaşırtıcıydı. Sanırım sayın Kılıçdaroğlu çoktan zaferini garantilemişti ki böyle bir açıklama yapacaktı.
4- Ancak çok geçmedi ki elektrik kesintisi Kılıçdaroğlu'nun oylarını da "kesti." Yaşanan olaylarla ilgili şimdiden ahkam kesmek ahmaklık olur ancak. Yaşanan bir takım olaylardan sonra Kılıçdaroğlu'nun açıklaması ise olayları özetliyordu: "Seçimlere gölge düştü"
5- Melih Gökçek'in son dönemde Mehmet Ali Birand ve Uğur Dündar ile uğraşması artık fair play çerçevesinden çıkmıştı. Melih Gökçek'in kazandığını duyan Uğur Dündar'ın yüzü bir anda bembeyaz oldu. E insan kendisini ölümle tehdit edenin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmasını ayakta alkışlayamazdı. Sayın Dündar'ı daha zor günler bekliyor. Kendisine Allah'tan sabır diliyorum.
6- Gece eve geldikten sonra, Show TV'yi açtım. Ali Kırca ve ekibi iyi bir iş çıkartmıştı. Kazanan bütün belediye başkanlarını programlarına çıkartmayı başardılar. Yavuz Donat gibi bir duayeni, kendi gazetesinin kanalında değil de programlarında çıkması da olayı bir hayli renklendirdi. Ayrıca Donat'ın yeni imajı da kendisini daha genç gösteriyor mu bilemeyeceğim. Bronz tenin üzerine bembeyaz jöleli saçlar... Yorum sizin.
7- Bir ara kumandam, uyku sersemliğinin verdiği mahmurlukla ATV'ye gitti. Tam o esnada başbakan RTE'nin yanağından makas almasıyla ünlenen Mehmet Barlas konuşuyordu. Barlas, başbakanın son dönemde çok yorulduğundan bahsetti. Ne kadar yoğun bir şekilde çalıştığını. Konuşmasının sonunda da bir baba şefkati ile RTE'ye, 1 hafta boyunca dinlenmesi gerektiğini tavsiye etti. E tabi Sabah gazetesinin baş yazarı olmak kolay değilmiş. Bunu anladım.

28 Mart 2009 Cumartesi

Saray muhallebicisi



Cumartesi günü transeksüellerin protesto yürüyüşü vardı. Kendilerine ait haklarını arıyorlardı. Bir grubun haklarını aramak için yürüyüş düzenlemesi kadar normal birşey olamazdı.
Hele hele konu transeksüeller olunca isyan etmek kadar doğal birşey olamazdı.
Ancak bu fotoğrafta birşey dikkatimi çekti. Fotoğrafı çeken her kimse onu da ayrıca tebrik ediyorum. Neden diye soracak olursanız, transeksüellerin yürüyüş anında objektife basılan yer Saray Muhallebicisi'nin önüydü.
Saray Muhallebicisi kimin? Ayşe Arman'ın "karınızı seksi buluyormusunuz?" sorusuna, "Ben kalkıyorum, röportaj bitmiştir" diyen Kadir Topbaş...
Transeksüelleri orada fotoğraflayan arkadaşı gönülden tebrik ediyorum

27 Mart 2009 Cuma

ne olacak sonra sonları




Belediye seçimlerinde, adayların büyük bir çoğunluğunun internet sitesi bulunuyor.. Buradan kendilerine ait, partilerine ait videoları yayınlıyorlar. Karşılıklı soru cevap bölümleri, adayları tanıtan çeşitli biyografiler bulunuyor.
Site konusunda en iyi durumda bulunan aday ise, herkesin gönlünü bir anda fetheden ancak pek şans tanımadığım Kemal Kılıçdaroğlu..
Kılıçdaroğlu, bayağı ciddi bir site çalışması içine girmiş belli. Ciddi bir çalışma yapmış.
Ancak benim aklıma gelen bir diğer konu, seçimlerden sonra. Diyelim ki Kemal Bey seçilmedi o site ne olacak. Kapanıp gidecek mi. Bitecek mi bunca furya..

liseli modası UGG



Kışın sıcak, yazın serin tutuyor bu ugg'lar. Sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk mantığından geliyor. Termosu andıran bir yapısı var. Ne zaman görsem aklıma o geliyor.
Bitmek bilmeyen bu soğukların en moda kıyafeti de bu ugg'lar.. Liseliler arasında da bayağı bir moda. İpini kopartıp kendisini İstiklal Caddesi'nin sınırlarına atan bütün liseli kızlar, fotokopiden çıkmış gibiler.
Mini etek, altına ugg..
Bu soğukların bitmemesi halinde genç kızları bu şekilde görmeye devam edeceğiz gibime geliyor.
Kıştan beri herkesin favorisi olan ugg'lar gün geçtikçe can sıkmaya devam ediyor. Yaz gelse de converse'ye geri dönülse. Onlar hiç olmazsa daha kibar duruyor.

severiz biz kelime oyunlarını



Uzun bir aranın ardından kendimi sokaklara attım.. Özlemişim İstiklal Caddesi'nin karmşasını..
Tabi otobüsten iner inmez gözüme bir afiş ilişti. CHP'nin Beyoğlu Belediye Başkanı adayı, Mustafa Dolu'nun ve meclis üyesi adayı Binali Gerçek'in duvara özensizce yapıştırılmış olan afişleri...
İkisinin de soyadları kelime oyunlarına uygun. Meşhur spor gazetesi Fotomaç'ı andıran bir slogan vardı: "Aydınlık bir Beyoğlu için oyunu boşa değil, DOLU'ya at!"
Bu Mustafa Bey'in sloganıydı.
Binali Bey de biraz daha genç kesime hitap eder şekilde, "Eğlence, kültür, turizm merkezi güzel Beyoğlu hayalin GERÇEK olsun."
Sonuna da toplumsal mesajı vermiş; "İşsiz, aşsız kalma!"
Bunu gördükten sonra içimden, Allahaşkına ya daha saçma kelime oyunları yapılabilir mi.. Bu metinleri kimler yazıyor diye düşünmüyor değil insan.
Ayrıca dikkatimi çeken bir başka detay da AKP adayı Ahmet Demircan'ın yanında Sayın Dolu, oldukça silik kalmış. Demircan'ın kocaman afişleri Beyoğlu'nu süslerken, Dolu bu yarışta biraz "boş" kalmış

26 Mart 2009 Perşembe

ensesD



CNBC-E'de yayınlanan sevdiğim diziler, sezon arasına girince, kendimi Türk yapımlarına verdim..
Son favorim Kanal D'de yayınlanan Aşkı Memnu ve Yaprak Dökümü..
Diziyi izleyenler biliyor.
Yaprak Dökümü'nde ailenin kızlarından birisi bir adamla birlikte oluyor, daha sonra kız kardeşi aynı adamla birlikte kaçıyor. Baba da bunu normal birşeymiş gibi karşılıyor.
Aşkı Memnu'da amcanın genç karısı ile yeğeni kırıştırıyorlar. Çocuk, herkesin ortasında alkolün de verdiği cesaretle amcasının genç karısına aşkını ilan ediyor. Daha sonra bir sahilde arabanın içinde mercimeği fırına vermekten geri kalmıyorlar. Burada benim dikkatimi çeken unsur aile içinde bu olayların yaşanması. Kimse kimsenin neden öpüştüğünü sormaz ama aileden birisini öpünce bu iş ensest ilişkiden başka birşey değil.
Kanal D, son dönemde bu tür yapımlara prim veriyor. Televizyonlardan çok çabuk etkilenen toplumumuza bir ensest ilişkiler enjekte edilmesi eksikti.. O da geldi tam oldu!

24 Mart 2009 Salı

bayrak işine girilmeli




Seçim döneminden ne kadar sıkıldığımı daha önceden yazmıştım.. Son günlerde propagandalar had safhada...
"Yerel" seçim kampanyaları son sürat devam ederken birşey çarptı gözüme... Aslında bu her seçimde oluyor. Bana sorarsanız da ciddi bir sektör oldu bu..
Bayraklar.
Seçim bayrakları.
İstanbul'un her köşesinde, her partinin, her adayın isimlerinin bulunduğu, parti logolarının bulunduğu...
Geçtiğimiz gün yolum Merter civarına düştü.. Bir cadde boyunca, her partinin bayrağı asılı.. Her adayın pankartları.. İnsan bunu görünce içi sıkılıyor. Sanki gökyüzünü kapatıyorlar..
Sonra düşününce aklıma geldi. Birileri bu bayrak işinden çok iyi para kazanıyor.
Ekonomik krizin ülkemizi ızgara üstünde unutulmuş mısır gibi kavurduğu şu günlerde bayrakçılık çok iyi bir meslek dalı gibi gözüküyor. Belki seçimler var diye sadece 5 yılda bir yapılacak bir iş kolu ama kazanılacak para 15 sene bile idare eder insanı.

hep kanıyorum bu havalara



Son zamanlarda kendimi ne zaman kötü hissetsem, mutsuz olsam hırsımı hep saçlarımdan çıkartmışımdır.. Can sıkıntısı, taramama isteği vb. Bunların hepsini alt alta koyunca, kısa saç kaçınılmaz oluyor.
Kendime hep söz veriyorum, saçlarımı nisandan önce kestirmeyeceğim diye.. Malumunuz, "mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır."
Bunu sanki hiç duymamış olan ben hep mart aylarında saçlarımı kısacık kestirdim. Son 2 senedir hep böyle. Soğuk havalarda kısacık saçlarla gezmek hiç de kolay olmuyor.
Her yere bere ile girip çıkıyorum. Utanmasam gazeteye bile bere ile gideceğim..
Ne diyelim, hava kandırdın yine beni. Umarım son olur

21 Mart 2009 Cumartesi

yeni insan konserverlerimiz



İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız KT'nin en büyük icraatı ve en büyük seçim kozu metrobüs.. Tamam eyvallah, Zincirlikuyu-Avcılar arasını 1 saate düşürdüler ancak Söğütlüçeşme durağının açılması metrobüsün sonu oldu.
Çünkü inanılmaz bir insan yığını var.. Karşı taraftan binen insanlardan tutun, ara duraklardakine kadar... Uzun bir aranın ardından bindim, metrobüse. Mahşer alanı gibi her metrobüs...
Tamam belki trafiğin azalmasına büyük katkısı var ama taşımacılıkta sıkıntı çektiği de bir gerçek. Buna nasıl bir çözüm bulacaklar bilmiyorum ama insanları sıkış tepiş taşımaya hakları da yok!
Ayrıca bu kalabalıktan faydalanmak isteyen yankesiciler de olacaktır. Aman dikkat, zaten şiddet olayları git gide artarken bir de yankesicilikle uğraşmasın emniyet güçlerimiz.

20 Mart 2009 Cuma

Islıklanmayı sevmek



Başbakan RTE ile cumhurbaşkanı AG, son günlerde futbol çılgınlığının içinde... Kendilerini son 2 haftadır tribünlerde görmek mümkün..
Beşiktaşlılığı ile bilinen cumhurbaşkanı AG, siyah beyazlıların Gençlerbirliği ile oynadığı maçı şeref tribününden izledi.
Başkbakan RTE de Galatasaray'ın Hamburg ile oynadığı karşılaşmayı G.Saray Başkanı Adnan Polat ile birlikte takip etmişti.
İkisinin de maçı izlemesi kadar doğal birşey yok. Ne de olsa birisi taraftarı olduğu takımı, diğeri de bir Türk takımının Avrupa maçını izliyordu.
Buraya kadar herşey normal.
Ama şu asla dikkatlerden kaçmadı. İkisinin de tribünlerde olduğu ilan edildiğinde ıslıklandı. Protesto edildiler.
AG'ninkisinde bizzat tribündeydim. İstiklal Marşı'nın ardından "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganları atıldı.
RTE'ninkisini ise televizyondan izledim. RTE'nin gelişi anons edildikten sonra Gençlik Marşı topluca söylendi.
Sanırım ikisi de ıslıklanmayı, isimlerinin, ailelerinin içinde geçtiği küfürleri yakından duymayı seviyor.
Ne diyelim, Allah ıslah etsin...

19 Mart 2009 Perşembe

keşke Atatürk de olsaydı






Geçtiğimiz gün Akşam gazetesinde bir haber yayınlandı. Noktasına, virgülüne dokunmadan veriyorum. Buyrun beraber okuyalım.

"İTALYA'DA Rönesans döneminin ünlü ressamlarından Raphael'in 'The School of Athens' (Atina Okulu) adlı eserinden esinlenilerek yapılan tablo, internetin en çok aranan resimlerinden biri oldu. Dudu, Li Tiezi, Zhang An adlı Uzakdoğulu 3 sanatçının yaptığı tabloda, tarihin en ünlü 103 ünlü ismi bir araya geldi. Rönesans'ın en ünlü düşünürlerinin tek bir tabloda resmedildiği eserden ilham alan 'Dante ile İlahi Komedya'yı Tartışmak' adlı çalışmada, Gandi'den Bill Gates'e kadar farklı alanlardan isimler yer aldı."

Gazetedeki haberde, Marlyn Monroe, Homer Simpson, Yaser Arafat gibi isimlerin de olduğu yazıyordu. Gözlerim bu tabloda Atatürk'ü aradı. Ancak ne ünlüler listesinde ne de tablodaki yüzlerden Atatürk'ü seçemedim.
Yani bir ülkeyi kurtarmış, tarihi değiştirmiş, Rusya'daki çarlık rejimini yıkmış, komünist rejimin gelişmesinde istemeden de olsa katkıda bulunmuş, esaret altında yaşayan birçok ülkenin önderi olmuş birisi Atatürk.
Böylesine bir tabloda neden olmasın? Türk'üz diye mi?

18 Mart 2009 Çarşamba

Facetube



Son dönemde Facebook artık amacından şaşmış bir durumda ilerliyor. Tamam, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, eski mahalle arkadaşlarımızın hepsini bulduk ya.. Sonra iş oradan kızlarla tanışmaya geldi... Onlarla da tanıştık.
Sonra canımız sıkılmasın diye içine oyunlarda yükledik. Onları da oynadık, rekorlar kırdık.
Baktık ki, doyumsuzluğumuz devam ediyor. Bu sefer de sitenin içine videolar yüklemeye başladık. Youtube'nin de kapalı olması sebebiyle insanlar artık buralara yüklüyorlar videolarını... Herkes bir paylaşım derdi içinde.. Tamam beğenmiş olabilirsiniz videoları ama bu paylaşım çılgınlığı ne..
Geçen gün bir arkadaşımın profilinde 3,52 dakikalık otopsi videosu izledim. Bu işkenceye mecbur muyum?
Nerde o eski facebook'lar.. İlk okul arkadaşlarının bulunduğu?

16 Mart 2009 Pazartesi

Ya McCain başkan olsaydı




Amerika'nın başkanlık seçimleri bir hayli çekişmeli geçmişti... 2008'e damgasını vuran en önemli olay ne diye sorsak sanırım herkes önce ekonomik kriz, sonra da ekonomik krizi bitirmeye and içmiş Obama'nın seçilmesi liste başı olurdu. He bi de Euro2008 Türko'larımızın başarısı...
Obama'nın seçilmesi 2008 senesinde siyahilerin adeta bir patlama yılı oldu. Obama'dan sonra senenin en popüler insanlarından birisi de Jamaikalı atlet Usain Bolt'tu. Bolt, 100 metreyi 9,68 saniye koşarak dünya rekoru kırmıştı.
Bu ve benzeri olayların siyahileri zirveye taşıdığı yılda, Fotomuhabirleri Derneği de kendisine bir pay çıkartmıştı. Türkiye'deki bütün fotomuhabirlerinin katıldığı yarışmada 1. seçilen spor fotoğrafı benim çok ilgimi çekmişti.
Beyaz bir atlet, elindeki bayrağı siyahi sporcuya devrediyor. Fotoğrafçılıktan çok anlamıyorum ancak anlayanlarına sorduğumda cevap aynı; "Obama seçildiği için bu fotoğraf ödül aldı. Yoksa herhangi bir çekiciliği yok. Hareket veya coşku yok."
Temelde Obama'nın seçilmesi yatıyor. Eğer Kenya asıllı Barrack'ın yerine John McCain seçilmiş olsaydı sanırım bu fotoğraf elenip giderdi.
Neden mi? Çünkü siyahi sporcular uzun bir süre önce bayrağı devraldılar da atletizm konusunda çığır açıyorlar.

15 Mart 2009 Pazar

Esenler Belediye Başkanı Adayı



Belediye seçimlerinden ne kadar sıkıldığımı daha önceden de söylemiştim.. Otobüslerden, bayraklardan... Kısacası herşeyinden..
Ama bugün artık seçimlerden nefret etme konusunda nirvanaya ulaştım. Pazar sabahı bir yandan kahvaltımı ederken, diğer bir yandan televizyonda zappin' yapıyordum.
TV8'de Zekeriya Beyaz'ı görünce hemen durdum. Ne de olsa kendisi ayaklı malzeme... Programın daha ilk saniyesinde patlattı bombayı Beyaz Hocam..
Esenler Belediyesi başkanlığının adayıymış kendisi... 5 dakikalık konuşma süresince planlarını projelerini anlattı. O kadar iddialıydı ki Zekeriya Beyaz, eğer bu dediklerini gerçekleştirecekse Esenler halkı oylarını hemen ona vermeli..
Kendisi o kadar iddialı ki, hükümetin bile önlerinde diz çökeceğini iddia ediyor. Ne diyelim, AKP'ye inat oylar, Zekeriya Beyaz'a..

bitti

Hayatım boyunca çok sevdiğim kadını bu geceden sonra hayatımdan çıkartıyorum blog. Evet itiraf ediyorum, onu çok sevdim. Hala çok seviyorum. Birlikteyen söylemedim ona.
Çünkü o benden çok ama çok daha iyi birisiydi. Ondan çok daha basit birisi olduğum için, bunu asla anlamasın ve beni asla terketmesin diye söylemedim ona. Ona yalanlar söyledim. Kötülükler yaptım. Çok çektirdim. Kanattım. Gerçek anlamda da..
Herşeyin en iyisini hak eden bir kıza hayatının en güzel yıllarında çin işkencesi ile saldırdım. Biliyodum kaldıramayacağını. Bittiğini hissettiğim anlardan en büyük nefretimle saldırdım. Puzzle gibi.. Sayamadığım parçalara böldüm onu.
Sonra çok kötü olaylar yaşadı. Biliyomusun blog, onu bu hale getiren insanlardan birisi de benim. Sanki çok övünücelecek birşeymiş gibi..
Yazarken üşüyorum biliyomusun blog.. Belki o da sıcağın ortasında tir tir titredi. Adımı sayıklayarak ağladı.
Bende şimdi onun adını sayıklıyorum. Onun adını haykırıyorum. İçimde, kalbimde onun adını içime işliyorum.
Ama ona söz verdim. Bundan sonra ona bakmayacağıma. Onu hatırlatan herşeyi hayatımdan çıkartacağım.
Bitti blog. Bu gece hayatımın aşkı bitti. Ergenliğimin ilk adımından beri sevdiğim asla unutamayacağım dediğim kadını bu gece hayatımdan çıkartıyorum blog.
Onun bana hatırlatacağı herşeyi hayatımdan çıkartıyorum. Belki seni de çıkartıcam hayatımdan blog.
Bundan sonra en sevdiğim insanı unutmak için, onun haklı olduğunu göre göre.. İçimden onun aşkını söküp atıcam..
Söz veriyorum.
Kendine iyi bak. Dikkat et. Güçlü ol. Yıkılma.
Ve şunu asla unutma. Senin için yanımda, haatımda kocaman bir yer var.
Güle güle sevgilim, herşeyim... güle güle

13 Mart 2009 Cuma

Kolonya


Eskiden kolonyalar, misafirlere tutulur, bayılanları ayıltmada kullanılır, hasta ziyaretlerinde götürülürdü..
Son günlerde kolonyanın işlevi biraz değişti..
Eskilerin vazgeçilmez parfümü olan kolanya artık çok meşhur bir yazarımızın kokusu olmuş durumda.
Yeni Şafak gazetesinin 105 bin TL'lik yazarı Fehmi Koru'nun üzerine yapışmış durumda kolonya.. Koru'ya herkes tarafından "kolonya kokulu yazar" yakıştırması yapılıyor..
Ey kolonya gördün mü bak artık nerelerdesin.. Hasta odalarından, 105 bin TL'lik adamın üzerine doğru müthiş bir sıçrama..
Yıldızın parlasın kolonya....

12 Mart 2009 Perşembe

Slum aşkı




Bizim Türk filmlerinde başrolde kim oynasa aktirsler ile aktörler arasında aşk yaşandığı iddia edilir.
Birisi öpüşse, sevişme sahnesi olsa hemen gündeme oturur. Son günlerde de dizi setlerinde" stop" komutundan sonra bile öpüşmeye devam eden oyuncular gazetelerin magazin sayfalarını süslüyor.
Bunun bir benzeri de Slumdog Millionaire'de yaşanıyor. Aldığı 8 Oscar heykelciğinin yanı sıra filmin başrol oyuncuları Dev Patel ile Freida Pinto arasında yaşanan aşk konuşuluyor. Filmden önce nişanlı olan Pinto'nun 18'lik delikanlı Patel ile yaşadığı aşk konuşuluyor. Tabi Hindistan'un "slum"unda hayatında devam eden kalbi kırık nişanlı iki genç oyuncuya ateş püskürüyor. Bu çok normal. Bu olay bize şunu söylüyor.. İster Amerikalı, ister Türk, ister Hindistan. Filmin iki başrol oyuncusunun aşk yaşaması çok normal olarak gözükmeye başladı..
Ne diyelim, Allah mesud etsin!

işte yeni seçmenlerimiz




Eskiden seçimler yaklaştığında işsiz olan insanların eline bir takım paralar tutuşturulur, partilerin mitinglerine gelmeleri sağlanırdı. Tabi bu insanlara verilen paraların nerelerden geldiği hiç bir zaman açıklanmazdı. Genelde bir vakıf kurulur, oradan toplanan yardımlarla yapıldığı ifade edilirdi.
Ama herkes bilirdiki bu insanlar para ile gidip slogan atar, bayrak asar, flamaları taşırlardı.
Gelişen teknoloji işsizlerin tek ümidi olan seçimlerde slogan atma, bayrak asma işini de elinden aldı... Nasıl mı?
Geçtiğimiz günlerde gündemi baya bir meşgul eden bir konu vardı. Başbakan RTE'nin photoshop'lu meydanlara yaptığı konuşma. Daha kalabalık görünsün diye birkaç insan çoğaltılmıştı teknoloji ile.. Artık meydanlar dolsun diye paralı insanlara gerek kalmadı. Ne güzel photoshop sayesinde çoğaltılıyor seçmenler.. Gözünü seveyim teknoloji =)

sen çık aradan




Son dönemlerde Rihanna ile Chris Brown arasındaki kavga değişik bir boyut aldı. Herkes birbiri ardına konuşmalar yaptı. Rihanna'nın dayak yemiş bir halde çekilmiş fotoğrafı gazete gazete dolaştı, yok Los Angeles polis teşkilatındaki köstebek aranıyor falan...
Peki sonunda ne oldu? Rihanna, kendisini bir güzel benzeten sevgilisi Brown'a döndü.
Her kafadan bir ses çıktı. Bir kaç yakın arkadaşım, "Böyle sevgiliyi döveni sallandırıcaksın" diye yorum dahi yaptılar.
Bunlar elbette alakasızdı.
Ancak bir alaksız yorum daha geldi ki.. O da meşhur talk show'cu Oprah'tan.. Oprah, Rihanna'nın ilerleyen zamanlarda tekrar dayak yiyebileceğini söylemiş. Tamam birçok ünlü ile kanka olabilirsin Oprah ama sanane!
Sen değil miydin, erkeklerin sana olan ilgisizliğinden yakınan, 110 kilo olunca kendimi inek gibi hissediyorum diyen..
Bırak gençler yaşasın gönlünce, sende otur program yap. Bişi yap.. Dünyanın en güçlü kadınısın diye herkese laf atmaya hakkın yok dimi ama

11 Mart 2009 Çarşamba

yaşlanmayan yazarlar




Gazetelerin her köşesinde, her yerinde, her sayfasında gazetecilerin imzalarında fotoğraflar kullanılıyor. Ama şöyle bir ilginçlik var ki, bu imzası çıkan herkes gençliğinde çekildiği fotoğrafları kullanılıyor. Ben de dahil olmak üzere eskiden daha yakışıklı, daha az kırışıklı olduğumuzu düşünerek eskileri kullanıyoruz.
Bunun en iyi örneği, Hasan Cemal... Sayın Cemal, bundan 20 sene önce çekildiği fotoğrafı hala klişesinde kullanıyor. Onu görmeyen birisi alsa gazeteyi "ne kadar gençmiş yahu" der.
Türk Spor Basını'nın duayenlerinden birisi olan ve çok sevdiğim Necmi Tanyolaç abimiz de aynı taktiği izliyor... Necmi Abi bundan 25 sene önce çekildiği fotoğrafı kullanıyor.
Hürriyet, son dönemde bir yenilemeye gitti de yazarların, muhabirlerin yeni fotoğraflarını çekti. Böylece yılların izi yüzlerinde daha belirgin bir hale geldi. Mesela Korkut Göze, 90'lı yıllarda çekildiği fotoğrafı kullanıyordu. 2008'de Hürriyet değişikliğe gitti ve daha güncel fotoğrafları kullanmaya başladı.
Sanırım yazarların, gençlik fotoğraflarını kullanmalarının sebebi yaşlanmaktan korkmak olsa gerek... Bir gün o köşeleri başkalarına devretmekten korkmanın yanı sıra ölmekten de korkuyorlarmış büyük abilerimiz..
Neyse ne kadar fotoğraflarda genç görünseniz de kimliğinizdeki yaştasınız :)

9 Mart 2009 Pazartesi

seçim sıkıyor artık




Yerel seçimler yaklaşıyor ya bütün partiler, bağımsızlar vb. ne varsa deli gibi propagandaya başladılar. Tabi asırlardır seçimlerin vazgeçilmezleri var. Mesela otobüsler...
Yapıştırıyorlar devasa sticker'ları aday adayı abilerimizin, açıyorlar seçim için seçilmiş ya da bestelenmiş şarkıları.. Bangır bangır, ağır ağır, sokak sokak gidiyorlar.. Sanıyorlar ki, kulaklarının zarlarına tecavüz eden bu müziklerden insanlar etkilenip kendilerine oy verecek.
Kardeşim bile artık Kemal Kılıçdaroğlu ile dalga geçiyor. Seçim melodisini mp3 olarak indirmiş evde beni kızdırmak için açıyor.
Ne gerek vardı be Kemal Amca böyle ergenlerin eline malzeme olmaya.
Bana sorarsanız, böyle seçmenlere arabayla, otobüsle, saçma salak şarkılarla ulaşmak yerine en çok kullanılan alanları deneseniz.
Mesela billboard'lar.. Mustafa Sarıgül, seçimlerden 2 ay önce Mecidiyeköy'deki birçok billboard'a afişlerini astırdı. Bu sadece benim gözüme çarpanlar... Diğer yerlerdekini siz düşünün.
İnterneti ve gazeteyi deneseler ya. Bu konudaki en büyük örnek Obama. Amerika'nın ilk siyahi başkanının facebook'taki inanılmaz bir fan'ı var. 72 yaşındaki John McCain bile oranın ünlülerinden. Benim bile var hem :)
Gazetelere ilan verilememsini anlamıyorum bile.. Çünkü gazeteler deli divane bir şekilde ilan arıyor. Bence bunu göz ardı etmesinler.
Bu seçim otobüslerine neden bu kadar antipatiğim diye sorarsanız, geçtiğimiz izin günümdeki kıymetli uyku saatimi piç etmişti. Artık bu demodelerden vazgeçip, apolitik gençlerin uğraşlarına uygun yerlere ilanlar verseler. Çünkü siyasi görüşten uzak olan insanların aklında kalmanın en iyi yolu bu.
Tabi bu benim düşüncem, büyük büyük ve çok büyük aday amcalarımız benden daha iyi düşünüyorlardır!

8 Mart 2009 Pazar

Guru Türkiye'ye geliyor!





Rap müziğin eskilerinden, bir efsane Türkiye'ye gelerek bizleri onurlandırıyor. 1980'lerin sonunda piyasaya çıkan ve New York/Brooklyn kökenli Gang Starr grubunun solisti Guru, Türkiye'ye geliyor. 28 Mart'ta Babbylon'da sahne alacak Guru'nun bilet fiyatlarını öğrenir öğrenmez paylaşacağım..

Beckham sezon sonuna kadar Milano'da



İngilizlerin ünlü oyuncusu David Beckham'ın yılan hikayesine dönen transferi sonunda çözüldü.. "Milli takıma seçilmek için formda kalmalıyım, onun için 3 aylığına da olsa Milan'da forma giymek istiyorum" diyen Bekcham'ın niyeti daha sonradan belli oldu. Yıldız oyuncu her defasında İtalya'da kalmak istediğini tekrarlayıp durdu. E birşey 40 kere söylenince olurmuş derler ya, Beckham sonunda Milan'da kaldı.
Kalmak istemesinin yanında bence şu sebepler yatıyor. Kimilerine kurgulama gibi gelebilir ama şöyle bir takım ipuçları vereyim:

1- Beckham, adidas'ın reklam yıldızı, sporcusu, en popüler yüzü vs. Peki Milan'ın formasını üreten firma kim? Bildiniz adidas...
2- Modayı yakından takip ettiği bilinen David ve eşi Vicky Milano'da şıklıklarını her defasında konuşturuyorlar. Modanın başkentinden ayrılmak istemeyen Beckham çifti bu sebepten dolayı da kalmış olabilir
3- Beckham, Milano'ya giderken minik bir detay gözden kaçmıştı. Beckham'a tashis edilen evin yanında İtalya'nın çok meşhur genelevlerinden birisinin olduğu yazılmıştı. Kaçamaklarıyla ünlü olan bir adamın, böyle bir adam haliyle hayat kadınlarının da iştahını kabartmıştır.
E bunda şey alt alta gelince, kalmaması elde değil.. Beckham bence uzun seneler burada kalacaktır, benden söylemesi

NostradaMustafa




Beşiktaş'ın Ertuğrul Sağlam'ın yerine getirdiği teknik direktör Mustafa Denizli'nin yapabileceklerini herkes merak ediyordu. Çünkü televizyondan ahkam kestikten sonra takım çalıştırmak daha zorlu bir işti. Neyse hocamız geçti Beşiktaş'ın başına.. Herkese öyle bir pembe tablo çizdi ki gören Beşiktaş'ın 20 puan ileride olduğunu sanardı. En kötü performans sergilenen maçlardan sonra bile yine bizlere pembe gözlükle bakmayı tavsiye etti.. Sonra da herkesi şaşırtacak bir laf etti. Hani şu meşhur; "28. haftadan sonra görürüz Beşiktaş'ın nerede olacağını" dedi.
Şimdi bakıyorum da Beşiktaş, nerede... Buyrun size puan durumu;

Takım O P
Sivasspor 23 46
Beşiktaş 23 45
Trabzonspor 23 45
Fenerbahçe 23 43
Galatasaray 23 43

Kim ne derse desin, yapılan sürpriz puan kayıplarının Beşiktaş'ı yukarılara taşıdığına dinime inandığım kadar çok inanıyorum. Umarım haftalar ilerler de siyah beyazlılar 5 senelik şampiyonluk hasretini sona erdirirler.

nefret edilen adam Chuck Bass



Türkiye'ye gelmeden önce baya büyük fanları varmış da bizim haberimiz yokmuş. Cnbc-e sayesinde takip edebildiğimiz, kaçırdığımız zamanlarda da internetten de takip edebileceğimiz bir dizi olan Gossip Girl, ülkemizi de sardı.
New Yorklu bir grup ergenin, ultra lüks yaşamları, partileri, yaptığı çılgınlıklar, SAT sınavı telaşları gibi şeyler anlatılıyor...
Ancak herkesin dikkatini çeken birisi var. O da Chuck Bass... Kişiliği, kendisine duyduğu aşk, Blair'e olan sevgisi, ilginç giyim tarzı, tavırları herkesin yakın takibinde...
Kimisi seviyor, kimisi ölesiye nefret ediyor. Ne olursa olsun peşinden sürüklenen onlarca insan var. Facebook'ta adına açılmış fan sayfaları, cause i'm Chuck Bass isimli gruplar mevcut. Bunların hatırı sayılır bir üyesinin olduğunu da hatırlatırım

eğer Hürriyet spor dergisi kapanmasaydı bunu yayınlayacaktık ama kısmet değilmiş




BABASINI tanımadan büyümek…Parasızlıktan her türlü şeyi yapmaya açık olmak… Açlık sınırında geçen bir hayat… Hapishane hikayeleri… Bar kavgaları…
Bu vukuatlar bir rap yıldızına ya da çaptan düşmüş sönük bir futbol yıldızına ait değil…
NBA’in en sevilmeyen, en nefret edilen bir oyuncunun hikayesi bu… Çaylaklık yılında hiçbir oyuncuya saygı duymadığını, Majesteleri Michael Jordan ile karşılaştırılmayı kendisine hakaret eden birisi o…
7 Haziran 1975’te dünyaya gözlerini açtı Allen Iverson. Annesi minik Allen’i doğurduğu zaman daha genç kız adayıydı. 15 yaşında çocuğunu kucağına alan anne Iverson, bu küçük bebeğin NBA’in en skorer 3. oyuncusu olacağını tahmin edemezdi.
Küçük Allen, kendisi gibi küçük annesi ile sefalet dolu bir hayat sürüyordu. Geçinmekte zorluk çeken Iverson ailesinin en küçüğü Allen, spora Amerikan futbolu ile başladı. Iverson, Bethel Lisesi’nin futbol takımına girmeyi başardı. Futbol konusunda oldukça başarılı olan Allen, takımının Virginia eyaleti şampiyonu olmasında önemli bir role sahipti.
Annesinin isteklerine direnmeyen Iverson, şansını bu sefer de basketbolda denemeye karar verdi.
1993 senesinde yine aynı okulun basketbol takımı ile şampiyonluk yaşayan Allen Iverson, takım arkadaşlarıyla birlikte gittikleri bir bowling salonunda çıkan kavga sonucunda hapse düşer. Çıkan kavganın kasetlerinde kendisini hapse attıracak herhangi bir delil bulunmamasına rağmen, hakimin yakınının kavga içinde olmasından ve ırk ayrımcılığına kurban gittiğinden dolayı Iverson hapsi boylar.
17 saatlik, yetişkinlere göre olan bir sorgulama sistemine maruz kalan Allen, 4,5 ay sonra Virginia’nın ilk siyah valisi Douglas Wilder tarafından 1995’te affedilmiştir.
Özgürlüğüne kavuşan Iverson bu olay ile ilgili olarak, “Sıradan bir bowling salonunda benim insanları sandalye ile dövdüğüm söyleniyor. Ben bunu yapmış mıyım. Yaptıysam bile beni suçlayacak kadar yeterli delil var mı. Hem ayrıca bir kadının kafasında sandalye parçaladığım iddia edildi. Ben bir kadına vurabilir miyim. Bu çılgınlık” diye konuşmuştu.
Yaşadığı bu olaydan sonra birçok üniversite bu kavgacı gence kapılarını kapattı.
Babasız bir hayat geçirdiği için oldukça asi olan Allen’ı üniversite koçu John Thompson korudu… Iverson’u koçluğunu yaptığı Georgetown Üniversitesi’ne aldıran Thompson, daha lise yıllarında herkesin antipatisini kazanan Allen’a sahip çıktı, babalık yaptı. Allen’ın büyümesinde önemli bir rolü olan Thompson için süper yıldız şu cümleleri sarfediyor: “Koç benim babam gibiydi. Bana sadece koçluk yapmadı, beni korudu ve büyümemi sağladı. Onunla aramızdaki ilişki, koç-oyuncu ilişkisinden çok daha fazlaydı.”
Başarısı ile dikkat çeken Allen, Üniversiteler Arası Dünya Şampiyonası’na Amerika Milli Takımı ile katıldı. Turnuvada 16,1 sayı, 6.7 asist ortalaması tutturan Allen Iverson, herkesin odak noktası haline gelmişti. Aynı sene içinde “Doğu Yakası’nın en iyi defans oyuncusu” ödülünü aldı.
1996 senesinde Philedelphia 76ers tarafından NBA’e seçilen Allen Iverson, aynı sene içinde “Yılın Çaylağı” ödülünü aldı.
Kısa boyuna rağmen müthiş bir sıçrama yeteneği olan ve tek başına takım olma yeteneğini içinde barındıran Allen, 1998-1999 sezonunda 26,9 sayı ortalaması ile takımını play-off’lara taşıma başarısı gösterir. Orlando Magic’i geçen Philedelphia, bir sonraki turda Indiana Pacers’e elenir.
Bir sonraki sene 70 milyon dolar gibi rekor bir anlaşma ile sözleşmesini uzatan Iverson, aldığı paranın hakkını tam manasıyla vermiştir. Takımını o sezon Doğu Konferansı’nda finale kadar taşır. O sezon Allen, harika bir performans çıkartır. 28,6 sayı ortalaması ile oynayan Iverson, 22 Aralık 2000 senesinde Charlotte potasına 40 sayı bırakarak kariyerine bir rekor daha eklemiştir.
2000-2001 sezonunda önce fırtına gibi esen Vince Carterlı Toronto Raptors’u, daha sonra da Milwaukee Bucks’ı eleyen 76ers, finali dramatik bir şekilde Los Angeles Lakers’a kaybeder. 2000 senesinde NBA All-Star ödülünü Shaquille O’Neal’i geçerek alan Iverson, 2000-2001 sezonunda ise MVP seçilerek ne kadar iyi bir yolda olduğunu gösterdi.
Lakers’a kaybedilen finalde 48 sayı atarak kendisi ile sık sık kıyaslanan Kobe Bryant’a da iyi bir ders vermiştir.
İlerleyen sezonlarda beklenilen çıkışı yapamayan Philedelphia, sık sık sorunlar yaşamıştır. Ancak bu Allen’ı durdurmaya yetmemiştir. İlerleyen sezonlarda yüksek sayı ortalamasını devam ettiren Iverson, 2001-2002 sezonunda 31,6 sayı ortalaması tutturarak adını efsaneler arasına yazdırmayı başardı.
Takımın başına Larry Brown’un geçmesi ile daha iddialı bir hale gelen Philedelphia, Iverson’un Brown ile geçinememesinden dolayı sıkıntı yaşadı. Iverson, bazı hareketleri sık sık tekrarlattıran Brown için, “Benim gibi bir oyuncunun böylesine aptal taktikleri neden çalıştığını anlamıyorum. Hem de 25 kez” dedi.
2002-2003 senesinde de yerinde duramayan Iverson, bu sefer takımını Doğu finallerine taşıma başarısını gösterdi. Ancak karşılarındaki çok güçlü Detroit Pistons’a tek başına gücü yetmeyen Iverson takımının elenmesine engel olamadı.
2004-2005 sezonunda 30,7 gibi çok yüksek bir sayı ortalaması tutturan Allen Iverson, takımını yine play-off’lara taşımayı başardı. Ancak karşılarına bir kez daha çıkan Detroit, 76ers’ın bütün hayallerini bitirdi.
2005-2006 sezonunda bu sefer kendisini aşan Iverson, 33,7 gibi müthiş bir ortalamaya daha imza attı. Ancak koç Jim O’Brien’in beceriksizliklerinden dolayı takımını play-off’lara taşıyamaz. Takımının başarısızlıklarına katlanamayan Iverson, 10 senesini verdiği Philedelphia’dan Denver Nugets’a gider. Denver’a Andre Miller, Joe Smith ve 2 draft hakkını veren 76ers kan kaybetmeye devam ediyor.
Carmelo Anthony ile aynı takımda buluşan Iverson, Nuggets’ı ilk sezonunda play-off’lara taşımayı başarır. Denver’da sadece 2 sezon kalabilen tecrübeli oyuncu, Chauncey Billups, Antonio McDyess ve Cheikh Samb karşılığında tekrardan doğu yakasının yolunu tuttu.

Suç makinesi
THE Answer lakaplı Allen Iverson’un suç dosyası bir hayli kabarık. Rahat durmayan Iverson, sık sık hapse girip çıktı. İmza attığı astronomik ücretlerin birçoğunu da kefaletine ödedi. 1996 yılında yılın çaylağı seçilen Iverson, bu sene içinde babası ile tanıştı. Bir bar kavgasında tartıştığı adamı bıçaklayan Iverson, bıçakladığı kişinin babası olduğunu öğrendiğinde ise şok olduğunu açıkladı.
1997 yılında arkadaşları ile birlikte arabasıyla sürat yaparken yakalanan The Answer, ruhsatsız silah taşımak ve esrar bulundurmaktan dolayı göz altına alındı. Iverson, toplumsal hizmet cezasına mahkum edildi.
2002 yılında karısı Tawanna ile kavga eden Iverson, eşini dövdüğü için göz altına alındı. Kuzenine sığınan karısını takip eden The Answer, kuzeninin evine girmeye çalıştığı için de tutuklanmıştı.
2004 senesinin ikinci yarısında antrenörleri Chris Ford için hakaret dolu cümleler sarf etti. Kendisine yaptırdığı antrenmanları hakaret olarak algılayan Iverson, Ford için “O tam bir aptal” dedi.
2005 senesinde Charlotte Bobcats deplasmanına giden Iverson, ünlü emlakçı Donald Trump’un kumarhanesi olan Trump Taj Mahal’de gecenin geç saatlerine kadar kumar oynadı. Bunun için Iverson 10 bin dolar ceza aldı.
2007’de Nuggets’in, eski takımı Philedelphia ile oynadığı maçın hakemi Steve Javie’yi eleştiren Iverson 25 bin dolar para cezasına çarptırıldı.

Iverson yüzünden kıyafet yasağı geldi

ALLEN Iverson’un asi yaşam tarzı hayatını da etkisi altına almıştı. Gangsta rap müziğine yatkın olan ve Doğu Yakası rapper’ları ile çok yakın bir arkadaşlığı olan Iverson, 2002 senesinde en iyi atlet ödülünü Jay-Z’nin elinden aldı.
2000 senesinde Iverson, bu sefer haddini fazlasıyla aştı ve NBA’in sahibi olan David Stern’i bile çileden çıkarttı. Sert bir rap şarkısı yazan ve eşcinsellere hakaretler yağdıran Iverson’un “Jewelz: 40 Barz” şarkısı bütün Amerika’yı alt üst etti. Birçok eşcinsel grubu Iverson’u protesto etmek için yürüyüşler düzenledi. Daha sonra bu şarkıyı yasaklattıran eşcinseller, Iverson’un albümünün satışını da sakıncalı olduğu için engelledi. The Answer’ın da müzik kariyeri böylece başlamadan bitti.
Rap müziğinin giyim şeklini kıyafetlerine de taşıyan Iverson, yırtık pantolonlar, full kepler, bol tişörtlerle rap yıldızı gibi etrafta dolaşıyordu. NBA Yönetimi’nin sevmediği oyuncuların başında gelen Iverson yüzünden kıyafet yönetmeliği çıktı.
Oyuncuların hip-hop yıldızı gibi gezmesini istemeyen NBA Yönetimi, uyarılara rağmen böyle giyinen oyuncuların cezalandırılacağını açıkladı. Ancak bütün uyarılara kulak asmayan tek bir isim vardı. O da Allen Iverson’du. The Answer, “Hip-hop ve rap müzik benim yaşam tarzım. Ne olursa olsun bu şekilde dolaşacağım. İsteyen istediği cezayı versin” diyerek asi duruşunu tekrarladı.

bahis mevzuları



Türkiye'nin ilk ve tek yasal bahis oynatıcısı iddaa, büyük bir atılım içinde. Geçtiğimiz günlerde futbolun yanı sıra basketbola da bahis oynatabilecek. Ayrıca futbolun birçok alanına bahis açtı. Yeni sistem, yeni kuponlar, yeni makineler bu iş baya bir tuzlu olmuş olmalı ki, iddaa yetkilileri yeni bombalarını açıkladı.
İddaacıların yüzünü güldürecek bu yenilik kısa bir süre sonra plajlarda, stat çevrelerinde, alış veriş merkezlerinde seyyar bayilerde oynatacaklarmış.
Bu da demektir ki iddaa yetkilileri cebimizdeki parayı sonuna kadar almak niyetindeler. Eskiden maçlara giderken kalan bozuk paralarla çekirdek, üşümeyelim diye köpükten minder, ufak tefek şeyler alınırdı.
Bundan sonra cebimizde kalan son bozuk paralarla maçtan önce iddaa oynayıp, şansımızı deneyeceğiz. Hem izleyeceğimiz maça bahis yapmak daha heyecanlı olabilir.
Son dakikada atılan golle sevinmek falan...
Plajda oynatma fikri de aslında bir nevi turistlerin ilgisini çekebilir. Yurt dışında birçok ülkede bet office'ler mevcut. Buradan gönlünüze göre oynayabiliyorsunuz.
Bunu gören turistlerin harcama yapmasına bir şekilde yardımcı olabiliriz. Hem ülkelerinden alacağımız tüyolar ülkemizde kolay para kovalayan insanlara yardımcı olabilir.
Ne dersiniz yeni seyyar bayileri sevecekmiyiz